BİR YÜKSEK MAHKEME YARGICININ UFALAN MİRASI*
Oliver Wendell Holmes’e Duyulan Hürmet Neden Gerilemekte?
John Fabian Witt**Çev. Yasin Uysal/Ertuğrul Kaan Yıldırım
Bir zamanlar, Oliver Wendell Holmes Jr. modern Amerikan hukukçusunun tecessümüydü. Catherine Drinker Bowen’ın 1944 tarihli biyografisinde Holmes’e taktığı isim olan “Olympus’tan gelen Yankee”, Birleşik Devletler Yüksek Mahkemesi’nin ilk ünlü yargıcıydı ve tanınırlığı, günümüzde Kötü Namlı RBG’ninkine [Ruth Bader Ginsburg, ç.n.] erişiyordu. Neredeyse yüzyıl kadar önce, Columbia Broadcasting System, Holmes’ün 90. yaş günü kutlamasını memleketin dört bir yanındaki oturma odalarına ulaştırmıştı. Vefatını müteakiben Holywood’ta MGM, kendisi hakkında, oyunculuk dünyasının efsanesi Lionel Barrymore’un da pohpohlayıcı tanıtım filminde yer aldığı, popüler bir film yaptı. Dışişleri Bakanı Dean Acheson, hülyalı bir şekilde Holmes’ün tanıdığı en büyük kişilik olduğunu itiraf etmişti.
Fakat Yargıç Holmes’e duyulan bu hürmet sert bir şekilde azaldı. Muhakeme sürecindeki şekli kurallara saygı gösterildiği müddetçe, dezavantajlı durumdakiler ve fakirlere yönelik duyarsızlığı, sivil haklara dair davalar bağlamında Afrika kökenli Amerikalıların kaderlerine gösterdiği ilgisizliği yüzünden bir nesil boyunca eleştirilerin hedefi oldu. Dahası, müritlerinin zamanında kendisini şeyh ilan ettiği mirası artık harap hâlde. Demokratik çoğunluklara alanı bırakarak yargının yetkisizliğini öne sürmedeki ısrarı, günümüz Yüksek Mahkemesi’nde artık pek az bir desteği haiz. Daha kötüsü, Citizens United döneminde Holmes’ün savunmuş olduğu ifade özgürlüğü fikri, o kadar çetin bir şekilde savunmuş olduğu demokratik çıktıların artık altını oyar hâle geldi. Yargıç Holmes’ün demokrasiye saygı ve Anayasa’ya getirilen İlk Değişiklik’i müdafaa şeklindeki iki mirası artık kafadan gireceği bir çarpışmaya yavaş çekimde gidiyor.
Holmes hakkındaki yeni biyografisinde Stephen Budiansky, Holmes’ü günümüze taşımanın yeni ve yaratıcı bir yolunu benimsemiş. Holmes’ün içtihatları için uzun zamandır var olan savunmalara güncelleme getirmesine rağmen esas odağı kişiliğinde: Karşımızdaki, beşer olan Holmes; bir kimsenin kendisiyle bir içki içebileceği, beraber bir sigara tüttürebileceği ve hayatın anlamını tartışabileceği bir insan. Yirmi yıldan az bir zaman önce Louis Menand’ın The Metaphysical Club eseri bize, İç Savaş’tan alınan dersleri modern Amerikan liberalizmine tercüme eden insanüstü bir varlık olarak Holmes’ü tanıtmıştı. Şimdi Budiansky’in ortaya koyduğu daha az hırslı, daha mahrem ve daha cana yakın bir Holmes, daha az nüfuzu olan ve kendi payına hatalarını yapmış ancak yine de hukukun bir simgesi hâline gelmiş biri.
Budiansky’nin
Holmes’ü ehil ancak zayıf biri ve en azından bu yanıyla, içinden geçiyor
olduğumuz dönemin insanı. Bu yeni ve kendini okutturan biyografide sunulan
Holmes, günümüz Amerikalılarının Yüksek Mahkeme’ye dair duydukları azalan
beklentileri ile örtüşmekte.
![]() |
Stephen Budiansky, Oliver Wendell Holmes: A Life in War, Law, and Ideas, New York: W. W. Norton, 2019, ss. 592. |
Oliver Wendell Holmes Jr. 1841 yılında Boston, Massachusetts’de, eyaletin Protestan seçkin sınıfının uzun zamandır demirbaşı olan bir ailede dünyaya geldi. Holmes’ün babası Oliver Wendell Holmes Sr. hem Harvard Tıp Fakültesi’nin dekanı hem de memleketin en büyük edebi kişiliklerinden biriydi. Nükteli sohbetiyle ünlü olan Holmes Sr., Ralph Waldo Emerson, Nathaniel Hawthorne, bilim insanı Louis Agassiz ve devlet adamı ve entelektüel Charles Sumner gibi kimseleri ayda bir “Cumartesi Kulübü (Saturday Club)”nde bir araya getiriyordu. Böylesi bir toplulukta bile ihtiyar Holmes, muhabbetin hakimiyetini ele geçiriyordu. Yeniyetme Wendell için altı yaşında hazırlanan okul değerlendirmesinde çocuğun “çok konuştuğu” ifade edildiği gün ailesi muhtemelen kendisiyle oldukça gurur duymuştu.
Holmes’ün ayrıcalıklı çocukluğundaki entelektüel uyarıcılar, Boston’daki sıra evler ve Berkshires’daki yazlıklar kaçınılmaz bir şekilde onu Harvard Üniversitesi’ne götürdü. Okulun en seçkin kulüpleri onu kapıştı ve Amerika’nın en önde gelen entelektüel kişileri onun okulda ürettiği eserleri mütemadiyen okudu. (Platon üzerine yazdığı bir makalesini okuduktan sonra Emerson, “Krala saldırdıysan kafasını hedef al” diyerek onu azarlamıştı.) 1861 yılının Nisan ayında, okuldaki son yılı neredeyse bitmek üzereyken, Fort Sumter saldırısından yalnızca iki hafta sonra Holmes, Massachusetts Gönüllü Milislerinin Dördüncü Taburuna katıldı. Takip eden üç yılı askerde geçirdi.
Birçok biyografi yazarı Holmes’ün İç Savaş’taki fiziksel ve psikolojik yaralarını, ona dair değerlendirmelerinin merkezi etmenleri olarak ele aldı. Ekim ayında, Ball’s Bluff’ta Birlik kuvvetlerinin eline yüzüne bulaştırdığı harekât sırasında Konfederasyon kuvvetlerinden gelen bir minié mermisi sol tarafına isabet etti ve gövdesinin içinden geçti. Daha sonra annesine söyleyeceği üzere “Öleceğinden emindi”. Ancak hayatta kaldı ve kısa zaman sonra sahada yerini aldı. 1862 yılının Eylül ayında Holmes, Antietam’da boynundan vuruldu. Mayısta Fredericksburg’ta, bir Konfederasyon topçusunun ateşlediği küçük bir demir mermi topuğuna isabet etti. Arkadaşları, Aşil gibi yaralandığı hakkında şakalar yaptı ancak Holmes, bu sefer General Ulysses S. Grant’in Richmond’ı hedefleyen amansız Kara Seferi’ne katılmak üzere üçüncü kez üniformayı üstüne geçirdi. Ölmüş ve ölmekte olanlardan oluşan “altı katlı yığınları” hatırlayacağı Spotsylvania’da vuku bulan Bloody Angle Muharebesi’nde çarpıştı.
1962 tarihli kitabı Patriotic Gore’un son bölümünde yer alan, Holmes üzerine yazdığı oldukça iyi makalesinde Edmund Wilson, savaşın vurduğu darbenin, Holmes’ün gençliğindeki kesin kanaatlerini, ahlaki mutlaklara dair derin şüpheciliğe doğru savurduğunu ileri sürdü. Budiansky’nin gözlemlediği üzere Holmes böylesi bir hatayı yapmak için fazla zekiydi çünkü nihai hakikatlere yönelik şüphecilik haddizatında örtük bir kesinliği içeriyordu. “Şüpheci kimse” diye yazıyordu Holmes, “böylesi evrensel yargıları gereksinecek hiçbir standardı haiz değildir”. Lakin savaş kendisini, Holmes’ün düşünce dünyasına nakşetmişti. Çatışmanın sona ermesinden yetmiş yıl sonra Holmes’ün terekesi üzerinde yetkili tenfiz memuru, yargıcın kasasında bir kutu buldu; içinde iki küçük kurşun mermi ve bir not vardı: “Bunlar İç Savaş sırasında bedenimden çıkarılmıştır.”
Savaşın ertesinde Holmes, Harvard Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu ve Boston’da ticaret hukuku alanındaki nüfuzlu bir büroda çalışmaya başladı. Ancak avukatlık Holmes’ü hiç çekmiyordu. Yeni bir hukuk kuramı geliştirmeye kalkıştı: akademik makaleler yazıyor ve James Kent’in bir hukuk klasiği olan ve çok satan eseri Amerikan Hukuku Şerhi’ne (Commentaries on American Law) iddialı bir on ikinci baskı hazırlıyordu. Bu iddianın faturası çıkacaktı. Sonradan itiraf edeceği üzere, “Korkunç şekilde yalnız hissetmiş”ti. İş, arkadaşlıkları üzerinden de bir maliyet çıkardı. Çağdaşı filozof William James, Holmes’ü “soğukkanlı ve bilinçli bir ben merkezcilik” ile suçladı. Holmes’ün çalıştığı hukuk bürosundaki kıdemli bir avukat, onun “bencil, kendini beğenmiş, diğerlerine duyarsız” olduğunu ve “insani karakter açısından en asil sıfatlardan yoksun” olduğunu söyledi.
Mesleki açıdan ise Holmes’ün on yıl süren odaklı çalışması semeresini verdi. 1880 yılının sonbaharında Lowell Enstitüsü'nde sonradan The Common Law başlığı ile yayınlanacak birtakım dersler vermeye başladı. Altı hafta boyunca her Salı ve Cuma günü Holmes, common law’un herhangi bir iç mantığa göre değil günün koşullarında hissedilen mutlak ihtiyaçlara göre evrim geçirdiği fikrini geliştirecekti. “Hukukun yaşam ilkesi” diye yazacaktı Holmes, “mantık değil tecrübe olmuş ve olmaya devam etmektedir”. Yargıçların esas görevi, kamu politikasını tayin etmekti. Birkaç on yıl sonra hukukçular bu felsefeyi “hukuki realizm” olarak adlandıracaktı.
Eleştirmenler,
realizmin, ahlaki ilkenin tarafsız alanı olarak hukuk fikrini terk anlamına
geldiğini söylemekte. Gelgelelim söz konusu fikrin, Birleşik Devletler’in
modern hukuk düşüncesine kendine has katkısı olmuştur ve bunun temellerini atan
da Holmes’tür.
***
1902 yılında Birleşik Devletler Yüksek Mahkemesi’ne atanan Holmes tez vakitte, çatışan menfaatler arasında değişim içinde bir denge olarak hukuk fikrini seslendirme olanağını buldu. 1905 yılındaki Lochner v. New York davasında, fırın işçilerinin bir günde on saatten fazla çalışmamasını öngören azami çalışma saatine dair bir New York yasasını geçersiz kılacak bir kararda karşı oy kullandı. Mahkeme’nin çoğunluk görüşünü yazan Yargıç Rufus Peckham, On Dördüncü Değişiklik’teki Hukuki Usule Uygunluk Maddesi’nin, eyalet yasa koyucularını fırıncıların sözleşme özgürlüğüne müdahale etmekten menettiğini ifade etmişti. Ancak Holmes, eyaletlerin, bireylerin özgürlüklerini sürekli olarak sınırlandırdığını tespit etti. Anayasa, ona göre, özgürlüğe getirilen kısıtlamalardan hangilerinin yasalaşacağı hakkında “temelden farklı görüşleri olan insanlar için yapılmıştı”. Mahkemenin görevi, bu siyasi alanda elde edilecek neticeye saygı duymaktan ibaretti.
Holmes’ün en kötü şöhretli kararı bunu ve dahasını yaptı. 1924 yılında Virginia, kamu görevlilerine, eyalet hapishanelerindeki “budalalık, embesillik, zeka geriliği” veyahut “deliliğin kalıtsal biçimleri” ile malul mahkumları kısırlaştırma yönünde yetkilendiren bir eyalet yasası çıkarmıştı. 18 yaşındaki bir genç kadın, Carrie Buck yasaya, Hukuki Usule Uygunluk Maddesi’nin ihlali olduğu savıyla itiraz etti. Buck, hiç de zeka geriliği ile malul değildi. Genç kadın, cinsel istismar dolayısıyla yaşadığı gebeliği gizlemek üzere zeka geriliği olanların yerleştirildiği bir kuruma gönderilmişti ancak kendisini tam da eyaletin yeni çıkan öjenik yasasının kıskacında bulmuştu.
Genç kadının avukatları Yüksek Mahkeme önünde, yirmi yıl önce Joseph Lochner’ın sözleşme özgürlüğünü korumuş olan argümana dayandılar. Zorla kısırlaştırma, On Dördüncü Değişiklik ile koruma altına alınan kişisel özgürlüğe müdahale demekti. Holmes aynı fikirde değildi. Artık çoğunluk görüşünü yazdığı Buck v. Bell kararında, “Üç nesil boyunca devam eden embesillik yeterlidir.” gerekçesiyle eyaletin kısırlaştırma yasasını onadı. Budiansky’nin dediğine göre Holmes, “Buck görüşünden dolayı sıradışı bir şekilde gururluydu”. Dostu Harold Laski’ye yazacağı mektupta Yargıç, “Kullandığım kelimeler kasti olarak öz ve nispeten gaddardı” diyecekti. Holmes’ün oluruyla öjenik politikalar Birleşik Devletler’de bir on yıl boyunca oldukça yaygınlaştı, ta ki Nazi mezaliminin yarattığı ani tiksintiye kadar.
Bundan daha
az bilinen husus ise Holmes’ün 1903 tarihli Giles v. Harris
kararındaki çoğunluk görüşüdür. Budiansky bu karara dikkatini o kadar ayırmamış
olsa da muhtemelen çok daha fazla ehemmiyeti haizdir. Karar, Jackson Giles adlı
bir siyahi posta memuru ve Alabama’daki Beyaz Olmayanlar için Oy Hakkı Derneği
mensubu 5000’den fazla siyahi kişinin taleplerini geri çevirdi. Giles, yeni
eyalet yasasındaki, siyahilerin oy kullanmasını engelleyen Jim Crowcu “büyükbaba
maddesi”ni ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Holmes, mahkemelerin Giles’in talep
ettiği siyasi çare türünden çözümleri sağlama ehliyetinden yoksun olduğu
kuramına dayanarak maddeyi onadı. Holmes’ün vardığı neticeye göre yalnızca
Kongre, Alabama’da oy kullanmak isteyen siyahilere istedikleri çözümü
sunabilirdi, ancak kendisi de böylesi bir çözümün yakın zamanda gelmeyeceğini
gayet iyi biliyordu.
***
1919’un sonbaharından itibaren Holmes, mahkemenin ifade özgürlüğü kararlarında sarsıcı ve yeni bir yaklaşımı benimsedi. On yıllar boyunca, mahkemelerin takdiri, cemiyetin yetkili iradesinin tecessümü olan yasama organlarına bırakmasında ısrar etmişti. Giles, Lochner ve Buck v. Bell’deki görüşleri bu temayı ileri götürüyordu. Fakat Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde yön değiştirdi.
Holmes, 1919’dan önce ifade özgürlüğü taleplerine hasmane bir tutum içerisindeydi. Budiansky’nin ifade ettiği gibi Holmes uzun zamandır, Birinci Değişiklik’in, bir şeyi söylemesini müteakip kişinin maruz kaldığı cezadan kaçma özgürlüğünü değil kişinin istediğini söyleme ve yayınlama özgürlüğünü kastettiğini öne süren on dokuzuncu yüzyılın ana akım görüşünü benimsemişti. 1919’un ilkbaharı gibi geç bir tarihte dahi Holmes, savaş dönemindeki Casusluk Yasası mahkumiyetini onayan mahkeme görüşünü yazarak ve daimî Sosyalist başkan adayı Eugene Debs’in on yıllık hapis cezasını onayan mahkeme kararı ile aynı yönde oy kullanarak bu uzun soluklu görüşün bir versiyonunu geliştiriyordu.
O yılın
sonbaharı mahkemenin iş listesine United States v. Abrams dosyası
gelince Holmes bu pozisyonunu tersine çevirdi. Kendisine katılan Yargıç Louis
Brandeis ile birlikte muhalefette kalan Holmes, Birleşik Devletler’in Rusya’ya
askeri müdahalesini kınayan ve işçi devrimine çağrı yapan kitapçıkların Birinci
Değişiklik’in koruması altında olduğunu ileri sürdü. Bu görüşü, Birinci
Değişiklik’e dair bir kuramın belki de en ünlü ifadesi hâline geldi. “Zaman”
diye yazmıştı, “birbiri ile mücadele içindeki birçok inancı alabora etti”. Bir
neslin inançları, sonrakinin inançları ile alaşağı oldu. Dolayısıyla Holmes’e
göre, “hakikate dair en iyi sınav, düşüncenin kendisini piyasanın rekabeti
içinde kabul ettirmesidir”. Sonraki on yıl boyunca Holmes ve Brandeis,
istikrarlı bir şekilde ifade özgürlüğü davalarında karşıt görüşte kaldı. 1931
yılında, mahkemenin çoğunluk yapısı hükümet aleyhine ve ifade özgürlüğünü
kullananlar lehine değişmeye başladığında Holmes, bu terse dönüşe tanık olacak
kadar mahkemede bulunabilmişti.
***
Sonraki yıl Holmes mahkemeden emekli oldu. Üç yıl sonra, 93 yaşındayken vefat etti. Holmes’ün ölümünü müteakip yıllarda, en ünlü iki karşıt görüşü olan Lochner ve Abrams Yüksek Mahkeme’yi şekillendiren en büyük ilkeler hâline geldi. Yargıçlar artık, en azından makul bir temele dayanan ve demokratik bir şekilde kabul edilmiş toplumsal mevzuata saldırmayacaktı; Hukuki Usule Uygunluk maddesi, laissez-faire politikalar uğruna kullanılan çoğunluk karşıtı bir araç olarak hizmet sunmayacaktı. Aynı esnada, mahkeme Amerikan tarihinde ilk kez olarak, sağlam bir ifade özgürlüğü savunucusu olarak ortaya çıkacaktı.
Budiansky, Yüksek Mahkeme’deki bu iki geleneği – demokrasi ve ifade özgürlüğünü – Holmes’ün bugüne taşınan zafer dolu mirası olarak sunuyor. Ancak günümüzde, bu iki miras arasındaki hâlihazırda yakışıksız ilişki bir açmaza sürüklenmiş durumda. 1970’lerden itibaren Yüksek Mahkeme’nin Birinci Değişiklik kararları, varlıklı kimselerin usulsüz bir şekilde nüfuz sahibi olmalarına karşı demokrasiyi korumak için gerekli olan kampanya finansman kurallarını engeller hâle geldi. Mahkeme, üçüncü kişilerin seçim kampanyalarındaki harcamalarına getirilen sınırlamaları ve şirketlerin siyasete kattıkları varlıklara getirilen kısıtlamaları hükümsüz kıldı. 2007’de mahkeme, şirketlerin siyasal düzlemde yaptığı “duyarlılık reklamları”na getirilen yasakları kaldırdı. 2010 tarihli Citizen United kararında mahkeme, şirketlerin seçimlere yönelik geliştirdiği söylemlerine getirilen sınırlamaları iptal etti.
İfade özgürlüğü hukuku son yıllarda, piyasanın demokratik olarak düzenlenişinin de altını oydu. Mahkeme, ecza piyasasındaki reklam kurallarını kaldırdı, tıbbi bilgilerin satışına dair eyalet sınırlamalarını geçersiz kıldı ve toplu pazarlıklarda kamuda çalışanları temsil eden sendikalara kaynak sağlamak için kesilen zorunlu çalışan ücretlerini kaldırdı. Alt derece mahkemeler daha da ileri giderek, Gıda ve Ecza İdaresinin sigara paketlerine ikaz edici görseller koyma çabalarını suya düşürdü ve ecza pazarlamasına dair yeni birtakım Birinci Değişiklik hakları ilan etti. Yargıç Elena Kagan’ın 2018 tarihli Janus kararındaki Holmesçü ve haşin karşıt görüşünde belirttiği gibi mahkeme günümüzde, “Birinci Değişiklik’i bir silah haline getirmiştir”. Dizginler yine Holmes’ün kibirlendiği Lochner çoğunluğunda. İronik olarak, bu duruma tam da Holmes’ün ifade özgürlüğü karşıtı görüşlerinde yerleşen ilkeler kullanılarak ulaşıldı.
Budiansky’e hakkını teslim etmek gerekirse, ifade özgürlüğünün piyasayı düzenleme çabalarını mahvedeceğini gösteren erken dönem bulgulara dikkatleri çekiyor. 1922 yılında karara bağlanan Leach v. Carlile dosyasında mahkeme, “cinsel iktidarsızlığa” çare olacağını vaat ettiği patentli ilaçlar üreten bir mucidin kanun yolu itirazını değerlendirdi. Yedi Yargıç, Posta Genel Müdürünün şüpheli reklamları posta kutularına sokmama kararını onadı. Ancak Holmes ve Brandeis karşıt görüşteydi; onlara göre, Posta Genel Müdürü, “gönderici bakımından ifade özgürlüğünü sınırlandırmıştı”. Budiansky tam olarak bunu söylemiyor lakin Holmes’ün müphem Leach karşıt görüşü, artık neredeyse Abrams’taki karşıt görüşü kadar kehanet niteliğinde. Holmes, ifade özgürlüğüne dair taleplerin demokrasiyi savunmak yerine bozacağını öngörmüştü.
Menand ve Wilson’ın ileri sürdüğü gibi Holmes, modern liberalizmin bir peygamberi olabilir. Ancak söz konusu liberalizmin, iç çelişkileriyle derin yarıklarla malul olduğu açık. Holmes, çözüme kavuşturmuş göründüğü demokrasi ve özgürlük arasındaki aynı gerilimlerle bizi terk etti.
Budiansky bir hukukçu değil. Holmes’ü bir kuramcı veya bir simge olarak değil ama bir insan olarak gösteren, onun ifadesiyle “sempatik bir bakış açısını” oturtmayı amaçlıyor. Bu açıdan oldukça başarılı olduğunu teslim edelim. Budiansky’nin Holmes’ü, “insanlığın kendini fazla önemli bulmasına dair ahmaklığına iğneleyici bir şekilde odaklanan” kendince bir mizaha sahip. Meslektaşı John Harlan’ı tarif etmesi kendinden istenildiğinde Holmes, “Harlan’ın zihni mengene gibi, dişleri hiçbir zaman birbirine kavuşmuyor” diyecekti. Holmes’ün her zaman söyleyeceği çok şeyi de vardı. Mahkemedeki görüşlerini yazmak, kendi asistanlarına dediği gibi, “aynı işemek gibiydi: az bir baskı uygulayınca… hemen çıkıyordu”. Yaşamının sonuna doğru, asistanlarının artık ona kitap okumaya başladığı dönemde, bir asistanını olanca utanç içinde bırakarak, “Şimdi buradan, genç adamın kaynanasını becerdiğini mi anlamam gerekiyor?” diyerek bir barok hikayenin konusunu netleştirmesini istemişti.
Holmes’ün hukuk asistanları veya Holmes’ün dönemindeki adları ile sekreterleri, meslektaşı yargıçlardan daha anlamlı arkadaşlıklar sunmuştu ona. Geleceğin Adalet Bakanı Francis Biddle, Alger Hiss ve Yeni Düzen (New Deal) dönemi erkleri düzenleyen kimselerden Thomas Corcoran dahil olmak üzere bu kişiler, Harvard Hukuk Fakültesi’nin en iyi taze mezunlarından oluşan bir geçit törenini andırıyordu. Lakin, zeki ve genç adamların sonu gelmeyen şekilde geliyor olmasının hem avantajları hem de dezavantajları vardı. Yüzyıl ortasının önemli New York yargıcı Learned Hand daha sonra, o dönemde kendisi ve diğer genç hayranlarının yargıcı “pohpohlayarak kendilerini şımartmalarından” pişmanlık duyacaktı. “Geriye bakınca görüyorum ki” diyecekti Hand, “kibrine oynayarak hepimiz onu kullanmış olduk”. Bu kadar dalkavukluk olan bir yerde Holmes’ün, kendi hukuk felsefesindeki gerilimlerle hiçbir zaman yüzleşmemiş olmasına şaşmamak gerekiyor. Kendini tatmin, ciddi bir yarayı gizliyordu. Holmes kültü, yargıcı, sanki çok özgün fikirlermiş gibi söylediği özlü deyişlerinden dolayı ödüllendiriyordu.
Hayatı oldukça korunaklı ve şımarık bir serüvendi. Budiansky, yaşamında var edebildiği şahsiyette Holmes’ün sahip olduğu servetin önemine işaret ederken oldukça dürüst davranıyor. 1890’ların sonuna doğru Holmes’e kalan mirastan gelen gelirin yekunu, eyaletteki hane başı gelirin 30 katına veya yıllık 20.000 $ tutarda bir gelire tekabül ediyordu. Günümüze uyarlayacak olursak Holmes’ün, 50 milyon $ tutarındaki servetinin yıllık getirisi olarak, her yıl için 2.3 milyon $ tutarında bir yatırım geliri olduğunu söyleyebiliriz. Hane giderleri Budiansky’nin oldukça ayrıntılı olarak ele aldığına göre aylık maaşının iki katına tekabül ediyordu. Yargıç pahalı elbiselere, iyi ayakkabılara, şampanyalara ve başka kaliteli şaraplara düşkündü. Karısı Fanny tüm hizmetçiler, uşaklar, özel şoförler ve ulakların yanında tüm bunları onun keyfine göre ayarlamasına yardım ediyordu.
Artık tarihimizin kahramanlarını aynı yerlerinde bulmamız mümkün değil. Gün geçtikçe Yüksek Mahkeme’yi fildişi kulesindeki yalıtılmış konumunda düşünmemiz zorlaşıyor. Günümüz mahkemesi, Holmes’ün neslinin anlam veremeyeceği derecede partizan ayrımlarla bölünmüş hâlde. Bu yüzden belki de Holmes’ün zamanımızın ivedi hukuki sorunlarına pek az bir şey söyleyebileceğini ileri sürersek kimse şaşırmış olmaz. Budiansky aksini ileri sürme teşebbüsünde. Ancak bu iddia bir zamanlar olduğu kadar sağlam değil. Daha az azametli ve hakimane bir Holmes gerçekten de doğru olabilir.
![]() |
John Fabian Witt |
Yorumlar
Yorum Gönder