ZORBALIĞA UĞRAYAN ANAYASA: EMEKLİLİK KRİZİNİN ARKASINDAKİ ANAYASAL ZORLAMA*
Julien Jeanneney**
Çev. A. Yasin Uysal
Zorbalığa uğrayan Anayasa
Emeklilik krizinin arkasındaki anayasal zorlama
Kendisinden önceki diğer siyasi olaylar gibi, emeklilik reformu da coşku, övgü ve hasımlıkları tetikledi. Diğerlerinden farklı olarak damakta, zaferle çıkması beklenen kurumların yaşadığı zayıflamanın acı tadını bıraktı. Bu konudaki görüşler açıkça farklılık göstermekte. Hayal kırıklığı içindeki muhalifleri, Reformun, Beşinci Cumhuriyet'in siyasal rejimi üzerinde kalıcı bir iz bırakacağını öngörüyor. Reformun lehinde olanlar ise rahatlamış bir şekilde kurumların kudretini, Başbakan'ın uzlaşmazlığını ve sonucun başarısını kutluyor. Biber gazının dağılması ve yanan çöp bidonlarının kokusunun azalmasıyla birlikte, bu reformun önünü kesmeyi amaçlayan yasa teklifinin etkisiz hale getirilmesi bu silsileyi sona erdirecek gibi görünüyor. Artık söz konusu teklifin anlam ve kapsamını anayasa hukuku açısından değerlendirmek mümkün hâle geldi.
İşe bir tespitle başlayalım: Fransa'da siyasi tutkular bu tür anayasal kavgalara dönüşmeyeli uzun zaman oldu. Tartışmalar çok hızlı bir şekilde reformun özünden - prim ödeme süresinin uzatılması - bunu gerçekleştirmek için seçilen prosedürel araçlara doğru ilerledi. “47-1”, “49.3”, “RIP [çn: référendum d’initiative partagée, ortaklaşa başlatılan referandum]”, 40. madde ve toptan oylama: Göstericilerin pankartlarında ve duvar yazılarında Anayasa'ya bu kadar çok atıf nadiren görülmüştür. Hukuk profesörleri, kolektif ilginin odağı olarak iktisatçıların yerini aldı: Pedagog ya da kahin, korkak ya da pervasız olsunlar, bir süre için Fransa’nın kulağı onlardaydı. Reform karşıtlarının fırtınada bir kaya olarak gördükleri Anayasa Konseyi'ne gelince, kararları - daha önce duyulmamış bir şekilde - birden fazla çevik kuvvet bölüğünün muhafazası altında verilmeden önce benzersiz bir beklenti yarattı.
Ancak mevzu bahis meselenin ne olduğu düşünüldüğünde, böylesi bir telaş şaşırtmıyor değil. Mesele Anayasa'daki değişiklik değildi. İlk bakışta her kurum kendi rolü içinde davranıyor gibi görünüyordu. Her zamanki gibi usta tamirciler olan hükümet ve reforma karşı çıkan parlamento üyeleri, görünüşe göre alet çantalarında bulunan prosedürel ve medyatik silahlarını kullandılar. Alışılageldiği gibi şekilci bir mühendis olan Anayasa Konseyi, pek çok kişinin beklediği karşı-çoğunlukçu rolü üstlenmeye pek az temayül etti: Anayasal uyuşmazlıklar hakkındaki uzman kimseleri şaşırtmayacak bir şekilde - ki bazıları bunu “yargı erkinin kendini kısıtlaması” [1], diğerleri ise dolaylı bir “yargısal aktivizm” [2] olarak gördü - kaba bir gerekçenin sonunda hükümetin yaptığı tercihlere karışmamakla yetindi.
O halde bu ateşli ve görünüşte paradoksal coşkuların gizemini nasıl açıklayabiliriz? Eğer kendimizi sadece hukuk tekniği prizması altında olayın sıradanlığına hapsedecek olursak, onu orijinal kılan şeyi gözden kaçırırız: Farklı tarafların reformun özüne ilişkin görüşlerinin ötesinde ve üstünde, tekil anayasal duyguları kışkırtmaya yazgılı iki kurumsal zorbalığın karşılaşması.
Kronolojik olarak bu zorbalık başlangıçta hükümet için söz konusuydu; kendisini, 1958'den beri “Parlamentonun rasyonelleştirilmesi” için tasarlanan ve klasik olarak parlamenter teşebbüslerin olası dizgin tanımazlığını engelleme aracı olarak düşünülen çeşitli mekanizmaların şimdiye kadar görülmemiş bir ölçekte sistematik olarak kullanılmasında göstermektedir [3]. Lakin, burada bağlamın oynadığı rol belirleyicidir. 1988-1993 yasama dönemi önemli bir istisna olmak üzere, altmış yıldır norm haline gelen “çoğunlukçu anlayıştan” bir kopuş olarak 2022 yasama seçimleri, Millet Meclisi'nde kendi yapısını haiz bir siyasi gruplaşma lehine mutlak bir çoğunluğun ortaya çıkmasına yol açmamıştır. Muhalefet 1988'dekinden çok daha fazla parçalanmış durumdayken, iki büyük azınlık grubu olan “Nouvelle Union populaire écologique et sociale” (NUPES) [ç.n. Yeni Toplumsal ve Ekolojik Halkçı Birlik, Fransa’daki sol seçim ittifakı] ve “Les Républicains” (LR) [çn. Cumhuriyetçiler] içinde dahi çatlaklar ortaya çıkmaktadır.
Hükümet ve muhalefet milletvekilleri arasında gelecekteki ilişkiler açısından üç olası yol var: karşılıklı taviz, hükümetin istikrarsızlığı ve duruşların sertleşmesi. En iyimser olanlar ilkine yöneliyor: Başkanlık grubundaki milletvekilleri, meslektaşlarıyla geçici ittifaklar kurarak, belki de kurumlarımızın iyiliği için, çoğunlukçu anlayışın çok uzun süredir dışladığı parlamento uygulamalarını canlandırmaya yardımcı olacaklar: Tartışma, müzakere ve uzlaşma. Refleksler zor öldüğünden ve siyasal kültür, yokluğunda bile çoğunlukçu anlayış alışkanlığı tarafından belirlenmeye devam ettiğinden, iyimserlerin hayal kırıklıklarının çok yakında ortaya çıkması kaçınılmaz. İkinci yolun mümkün olmadığı da hemen göze çarpmaktadır: Üç ana muhalefet grubu- NUPES, LR ve Rassemblement National (RN) – ne kadar uyumsuz olduklarını bastırmaya devam ettikleri sürece, oldukça muhtemel olduğu bu durumda bile, görünürde ciddi bir hükümet istikrarsızlığı korkusu yoktur. Aritmetik çoğunluklarına rağmen, alternatif bir çoğunluk oluşturamayacak kadar bölünmüş oldukları için, muhalefet milletvekilleri siyasi bir azınlık olarak kalmaktadır [4].
Bu durumda geriye üçüncü bir yol kalıyor ki hükümetin ilk tercihi de bu yönde: sadece zorlama yoluyla birbiri ardına gelen metinlerle yapay çoğunluk arayışları ki bu da duruşların sertleşmesine yol açıyor. Bu kesinlikle yapay ama daha az çaba gerektirmekte. Çoğunluk olmaksızın bir çoğunlukçu anlayış. Patika dik. Bu yola girmenin de bir bedeli var: Hükümetin Anayasa'yı zorbaca kullanması.
Kolektif tahayyülde, kendisi başına iki anayasal hükmün kullanımı, böylesi bir kabalığı gerçekliğe taşımaktadır. Bunlardan en bilineni tüm Fransa tarafından tez şekilde öğrenilen Madde 49, paragraf 3'tür. Manevranın, geçtiğimiz yıl boyunca hükümet stratejilerinin merkezinde yer alması hiç de şaşırtıcı değil. Bu durum, 1988-1991 yılları arasında 28 kez bu yola başvuran Michel Rocard hükümetinden beri bilinmektedir: Genellikle parlamentodaki çoğunluğu geçici olarak korumanın ve bu çoğunlukların merkezkaç eğilimlerini yumuşatmanın bir aracı olarak düşünülen bu hüküm, hükümet azınlıkta kaldığında muhalefete karşı bir yönetim aracı haline gelmektedir, çünkü muhalefet daha fazla sayıyı haizdir [5]. Elisabeth Borne bunu özellikle, 16 Mart'ta, parlamentodaki tartışmalar büyük ölçüde kısıtlanmış ve Millet Meclisi henüz tasarıyı oylama fırsatı bulamamış olmasına rağmen, prosedür sona erdiğinde kullandı. Böylece Başbakan, kendi tasarısına uymayan bir parlamento iradesinin ifade edilmesi riskini almayı reddederek, kurumlarımız içinde Parlamentonun görece gerilemesinin tarihinde yeni bir kilometre taşını ortaya koydu. Her ne kadar anayasaya uygun olsa da bu tercihi, hukukçular için önemli bir olgu olan bu zorbalık izlenimini arttıracak nitelikteydi.
En azından başlangıçta hukukçu olmayanlar tarafından daha az açık bir şekilde tanımlanabilse de bu tür bir reformun kabul edilmesi için - Sosyal Güvenliğin Finansmanı Kanunlarının kabul edilmesine ilişkin - Anayasa'nın 47-1. Maddesinin kullanılması daha önemli bir rol de oynamaktadır. Hükümet bu usulü seçerek, Parlamento'ya dayatılan bazı aşırı kısıtlamalardan yararlanmayı amaçlamaktadır: Millet Meclisi'nin ilk okumadan itibaren yirmi gün içinde kararını vermemesi halinde hükümetin Senato'ya başvurması; Senato'nun iki hafta içinde kararını bildirme zorunluluğu; Toplumsal İşler Komisyonu'nun çalışma alanının kısıtlı olması; Parlamento'nun 50 gün içinde kararını vermemesi halinde hükümetin tasarıyı kararname ile yürürlüğe koyma kabiliyeti - ki 49. maddenin 3. paragrafına başvurulmasaydı muhtemelen bu yapılacaktı.
Anayasa Konseyi bu manevranın Anayasa'ya uygun olduğuna karar vermiş olsa da bunun başka amaçlarla planlanmış bir usulün suistimali anlamına geldiğine şüphe yoktur. Bu anayasal hükmün kabul edildiği 1996 yılında Fransa Adalet Bakanı olan Jacques Toubon, bu kısıtlamaların ruhunu özetlemektedir. Üçüncü Cumhuriyet döneminde çok sık kullanılan ve “sayacı durdurmayı” zorunlu kılan bir uygulama olan “on ikide bir kuralının” [ç.n. bütçenin zamanında oylanamaması sebebiyle önceki bütçenin on ikide birini kullanma] utanç verici hatırası ile, amaç, Maliye Kanunlarında olduğu gibi, bir sonraki yıl uygulanması amaçlanan Sosyal Güvenliğin Finansmanı Kanunlarının Aralık ayı sona ermeden önce çıkarılmasını garanti altına almaktır: “Seçilen süre [...] Kanunun yürürlüğe gireceği tarihe bağlıdır. Kanunun [...] kabul edilmesini ve mali yıl başlamadan önce, yani takvim yılı başlamadan önce yürürlüğe girmesini sağlamak gerekli görünmektedir [6]”. Bir takvim yılı boyunca bütçe yasalarının “değiştirilmesi” yoluna başvurma olasılığı şüphesiz o dönemde yasaklanmamıştı. Ancak, bu olasılık sadece az bir şekilde öngörülmüştür. Maliye Kanunları için durum böyle olduğundan, fırsat nadiren ortaya çıksa bile ilke olarak bunu göz ardı etmek mümkün değil: Sosyal Güvenliğin Finansmanı Kanun Tasarısı'nın ilk hâli cari yıl için değişiklik hükümleri içerdiğinden, Maliye Kanunlarında değişiklik yapılması istisnai bir durum olarak kalacaktır. Bu durum, bütçe kanun tadilleri için bu kısıtlamaların neden gevşetilmediğini açıklamaktadır. Hiç kimse, her şey önceden de Anayasa'nın 47-1. Maddesinin, genel anlamda Hükümetin yararına ve Parlamentonun zararına olacak şekilde, ilave bir zorlama aracı olarak kullanılmasını öngörmemekteydi.
Tamamen taktiksel açıdan bakıldığında, yürütme erkinin bu tercihi dahice. Parlamentodaki tartışmalar önceden kilitlenmiştir. Çoğunluğun hükümeti desteklediği Senatoda olduğu gibi Millet Meclisi'ndeki tartışma ve oylamaların metin üzerindeki etkisi sınırlı olmuş ve metnin bu haliyle kabul edilmesi neredeyse garanti hâle gelmiştir. Yasa metni ilk okumasından sonra başka mekanizmaların kullanıldığı Senato'ya gönderilmeden önce Millet Meclisi tarafından oylanmadı. Senato İçtüzüğünün 38. maddesi, bir değişiklik önergesine ilişkin oy gerekçelerine dair beyanların iki adet ile sınırlı kalmasını öngörmektedir. Tasarının - yasal emeklilik yaşının 64'e yükseltilmesine yönelik - 7. Maddesi genel bir değişiklikle yeniden yazılmıştır. Sol görüşlü senatörler tarafından bu maddeye ilişkin sunulan binlerce alt değişiklik önergesi komite tarafından – Senatonun sağ kanadının hükümeti desteklemek için kullandığı pek çok usuli araçtan biri ile – yalnızca 45 dakika içinde kabul edilemez bulundu. Bunlara ayrıca Hükümetin, kendisine daha önce komisyona sunulmamış herhangi bir değişikliğin görüşülmesine karşı çıkma yetkisi veren Anayasa'nın 44(2) maddesine ve bunun yanında 44(3) maddesinde öngörülen “toptan oylama” usulüne başvurması da eklendi. Rönesans milletvekilleri ve Senato Sağı'ndan oluşan karma çoğunluğun kontrolündeki ortak komisyona gelince, o da hükümetin kontrolü altında: iki meclis metin lehinde oy kullanmayı reddetseydi bile, hükümet bu anayasal hüküm uyarınca reformu kararname ile geçirebilecekti. Madde 47-1'in ruhundan bu şekilde uzaklaşılması, her şeye rağmen, fazla bir risk teşkil etmemektedir. Çok sayıda anayasal hüküm, müellifleri tarafından öngörülemeyen konfigürasyonlara uygulanmıştır: Anayasa Konseyi, özellikle bu konfigürasyonlar yürütme organlarının işlem ve eylemlerinin etkinliğini destekleyecek nitelikte olduğunda, genellikle üzerine söz söylemelik bir şey bulmamakta. Bu açıdan Mahkeme beklentilere uygun davranmıştır. Hükümetin bu yasama usulünü kullanma yoluna gitme seçimini denetlemeyi reddederek, kendi değerlendirmesini yasama organının değerlendirmesinin yerine ikame etmeyi ret geleneğini yinelemiştir [7]. Bu şekilde, gerçek yasa koyucunun hükümet olduğu fikri onaylanmış olmaktadır ki bu da siyasi açıdan elzem bir vakıadır [8].
Hükümet için fiili bir başarı olmasının yanı sıra, böyle bir manevra, kurumların ulusun gözündeki imajı göz önüne alındığında, ciddi bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Başbakan, Senato'da tartışmanın işin esasında geçiştirilmesinin ardından - Senato çoğunluğunun onayıyla da olsa - bu tartışmalı reformun Millet Meclisi'nde oylama yapılmaksızın kabul edilmesini sağlayarak anayasal bir enstrümanı sıradan bir şekilde kullanmakla yetinmiyor: herkesin gözü önünde, yasanın parlamenterlere bırakılamayacak kadar ciddi bir mesele olduğu fikrine kurumsal bir ağırlık kazandırıyor. Bu tercihlerin anayasaya uygunluğu konusunda nasıl bir yargıya varılırsa varılsın, Anayasa en hafif tabirle sarsılmıştır.
İlkini yansıtan ikinci zorbalık ise “La France insoumise” [ç.n. Boyun Eğmeyen Fransa] ve “Europe Écologie Les Verts”ten [ç.n. Avrupa Ekolojisi - Yeşiller] birden çok milletvekilinin, parlamentoyu tıkamanın olağan stratejilerine bağlı kalmaya pek meyilli olmayan şarlatanların yaptığıdır: kendileri için, sözlerinin ya da yaygaralarının vasat bir şekilde ayrımlanmasına göre sosyal medyada iz bırakması muhtemel Olay [ç.n.happening] arayışları, 2023 baharı boyunca düzenli olarak argümanların ciddiyetine, müzakerelere katılıma ve uzlaşma arayışına üstün geldi. Bu şekilde tasarlanmış bir karşı ateş, entelektüel, hatta öncelikle usule ilişkin olamaz. Mesele konunun özüne ilişkin ikna edici olmak değil, Parlamento içinde ya da dışında akıllarda bir iz bırakmak için gösterişli olmaktır. Strateji açık: yürütmenin küçümsemesine karşılık olarak, bu milletvekilleri - çok sayıda değişiklik önergesi veya alt değişiklik önergesi ve az ya da çok saçma şekillerde oturum konusunda konuşma talebi sunarak tartışmayı engellemek için usul kurallarını kullanmak şeklindeki – parlamentoyu tıkamanın klasik biçimlerini, kamuoyunun gözünde esasa dair tartışmadan daha etkili olduğu düşünülen iletişim yöntemleriyle birleştiriyor: şarkı söylemek, bir sosyal medya platformunda “canlı” yayın düzenlemek veya Mecliste geçici poster kampanyaları. Elbette Bourbon Sarayı'nda [ç.n. fransız millet meclisi binası] yaygara yeni bir şey değil, tıkama da öyle [9]: milletvekillerinin “böğürmeleri” Üçüncü Cumhuriyet döneminde de eleştirilmişti. Ancak bu kez olay yeni bir boyut kazandı: bu milletvekilleri tüm tartışmaları engelleyerek parlamento çalışmalarının kalitesini [10], kurumun imajını ve - hiç şüphesiz - partilerinin imajını [11] ciddi şekilde etkiledi. Yani öncelik sıralamasını tersine çevirdiler: Beşinci Cumhuriyet döneminde milletvekilleri geleneksel olarak sadece parlamenter işlevin klasik icrasının aralarında tıkama yoluna başvururlardı; burada ise söz konusu olan, kaosu teşvik ederek görünürlüklerini arttırmaya yönelik düzenli bir çabanın aralıklarında bu işlevleri dakik bir şekilde yerine getirmek. Bu milletvekilleri aynı zamanda dolaylı olarak Anayasa Konseyi'ne de bir argüman sunmaktadır: Rassemblement National vekilleri tarafından yapılan başvuruda, NUPES'li meslektaşlarının stratejisi parlamento tartışmalarının netliğini ve samimiyetini baltalamakla suçlanmıştır; Anayasa Konseyi kararında, - her ne kadar milletvekilleri için en kısıtlayıcı nitelikteki usuli yol olan 47-1 maddesine başvuru daha önce gerçekleşmiş olsa da - Hükümet tarafından uygulanan ve alışılmadık olduğunu kabul ettiği usullerin bir arada kullanılmasını hoşgörüyle karşılamasını, özellikle de bu usullerin “tartışmaların içinde bulunduğu koşullara [12] yanıt olarak” kullanılmış olmasıyla açıklar görünmektedir.
Her şey bireysel ya da partizan tercihlere bağlı değildir. Siyasal ve kurumsal ahval ve şerait bunları açıklamaya yardımcı olmaktadır. 1958'den bu yana yapısal olarak etkilenmekte olan milletvekillerinin erki, 2017'den bu yana, seçimle gelinen makamların aynı kişi hüviyetinde toplanamaması nedeniyle ciddi şekilde azaldı; bölgesel kökleri ve siyasi deneyimleri henüz sağlamlaşmamış yeni milletvekillerinin kitlesel olarak gelişiyle eş zamanlı olarak bu da daha önce yerel siyasi nüfuza sahip olan “baronların” çoğunun Bourbon Sarayı’nın sınırlarından uzaklaştığı anlamına geliyor. Buna bir de son zamanlarda Cumhurbaşkanının ve hükümetlerin parlamento meclisleri dışında, hukuki norm ısdar yetkisi olmamasına rağmen temsili olarak sunulan çeşitli ad hoc organlarda – büyük ulusal münazara, yeniden kuruluş konseyi, “yurttaş meclisleri” şeklindeki – siyasal müzakereleri teşvik etme eğilimi eklenmiştir. Başta milletvekilleri ve senatörler olmak üzere pek çok kişi bunu yürütmenin Parlamento'yu daha da marjinalleştirme arzusunun bir işareti olarak görmektedir.
Bu çifte zorbalıkla karşı karşıya kalan anayasacı kendisini bir yol ayrımı önünde bulur. Birinci yol onu Nisan 2023'te Anayasa Konseyi tarafından yeğlenen teknik perspektife sadık kalmaya yönlendirebilir. Her bir böceği kendi kutusunda inceleyen bir böcekbilimci gibi, daha sonra kendisini ilgili anayasal hükümlerin analiziyle sınırlandırır ve huzurlu bir kanaatle tatmin olur: Anayasa tarafından öngörülen usullerin birbiri üzerinde birikmesi anayasaya aykırı bir usule yol açamaz [13]. Bu, Anayasa'yı diğer normatif metinler gibi ele almak ve onu hükümlerinin toplamına indirgemek anlamına gelmektedir [14].
Buradaki amacımız, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde önerilen çeşitli yorum modellerinden ödünç alarak, iki kavram üzerinden bu zorbalığın anayasal anlamını ve kapsamını incelemek: Kriz ve anayasal zorlama.
I. Bir kriz mi?
Bu olayları anlamak için kullanılan kavramlar arasında “kriz” terimi, gazetecilerin yazılarında ve birçok siyasi liderin söylemlerinde kendine özel bir yer bulmuştur. İlk bakışta terim güvensizlik uyandırmakta: Çeşitli disiplinlerde gelişigüzel kullanımı, sanki kavramın genelleştirilmesi, içerdiği tüm anlamı boşaltmışçasına [16], atıfta bulunduğu olguların çoğunun ortak hiçbir yanı olmadığı gerçeğini gizleme riski taşımaktadır [15]. Özellikle hukuk alanında, “kriz”in sağlam bir hukuki tanımı olmadığını tespit etmek mümkün [17].
Terimin 2023 baharında düzenli kullanımı göz önünde bulundurulduğunda, yine de ihtiyatla da olsa ciddiye almak gerek. Tıbbi kökenlerine göre, kavram, iyileşmenin ya da ölümün söz konusu olduğu kritik bir ana dair fikri göstermektedir. Siyasal alanda genellikle dengede bir bozulma, gerilimde bir kesintiyi ifade etmek için kullanılır [18]. Dolayısıyla bu terimi kullananlar, bir karar alınırken siyasal sistemin - normal durumuyla çelişen - patolojik bir durumuna atıfta bulunmakta ve bu da olgunun neden zorunlu olarak geçici olduğunu açıklamaktadır [19]. Kurumlar açısından ise, olaylar sırasında yıkılmadıklarını kabul ettiğimizde faydalı bir kavram olabilir [20]. Bu kritik anda, siyasal sistem kendisiyle çelişkiye düşme riski taşımakta ve meşruiyetini aldığı gayeyi tehdit etmektedir [21]. Fransa'da sokak gösterilerinin bu krizleri ölçmek için kullanılan kıstaslar arasında özel bir yeri vardır; ya çoğu zaman olduğu gibi krizlerin keskinleşmesine katkıda bulunurlar ya da 30 Mayıs 1968'de de Gaulle'e destek mitinginde olduğu gibi krizleri çözmeye yönelirler [22].
Bu şekilde anlaşıldığında kriz, bir olgu – söz konusu siyasi ve sosyal pratikler - ile bunun kolektif olarak algılanma biçimi arasındaki karşılaşmadan doğar [23]: diğer soyut temsiller gibi, inançlardan beslenir ve tam da kolektif olarak algılanıyor olmaları hasebiyle önemli bir olgu haline gelirler [24]. Ayrıca artzamanlı bir zorluk da söz konusudur: o anda yaratılan bir kriz izlenimi, geriye dönüp bakıldığında krizin bulunup tespiti edilebilmesini garanti etmez [25]. Bu bakımdan, politikacıların söylediklerine olduğu hâliyle itibar etmemek önemlidir. Anayasal bir krizi bulup tespit etme eğilimi, anayasal reformculuğun gözlemciler ve yorumcular arasında yaygın bir uygulama olduğu Fransa'da daha da yaygındır [26]. Bu nedenle siyasi liderlerin bir krizin varlığı hakkında söyledikleri ancak - dünyanın algılanışı ve tartışma stratejileri hakkında bizi bilgilendirdiği ölçüde, analize girdi sağlayacak veriler olarak - ikincil derecede önemlidir. Ancak kavramsal sınırlarına rağmen “kriz”, kendisi ile ilişkilendirilebilecek bazı kavramlar arasında ayrıma giderek, burada ele alınan olaylarla alakasını düşünmeye değer gözüküyor [27].
A. Bir rejim krizinden daha azı
Anayasal açıdan bakıldığında, bu tıbbi metaforun siyasal sistemlerin kendilerine uygulanmasına yol açtığı ölçüde, ilk başta bir kavram ciddiye alınmayı hak etmektedir: rejim krizi. Rejim krizi, kurumların merkezi dengelerini öyle bir derecede tehdit eder ki, dönemin siyasi elitlerinin devam eden gücü yanında siyasi rejimin hayatta kalma kabiliyetine bile bir meydan okumaya dönüşür [28]. Tarihçi Michel Winock tarafından önerilen ve “siyasal krizler” karşılığı ile kullandığı tanım, “rejim krizi” kavramına yaygın olarak atfedilen temel özellikleri yakalamaktadır: “ülkenin sorun edindikleri yönetim biçimiyle doğrudan ilgili olan”, “erklerin örgütlenmesine gerçek bir tehdit oluşturan” “cumhuriyetçi yönetim sistemini tehlikeye atan büyük karışıklıklar” [29]. Bu şekilde anlaşıldığında, kriz “her zaman için, ortaya konan soruna sürekli bir çözüm sunma gücü veya tahayyülünden yoksun olan kamu otoritesinin başarısızlığını kabul etmesinin sonucudur”; “zaman içinde bir kırılmaya, yürürlükteki mekanizmaların bozulmasına, siyasal sistemin farklı bileşenleri arasında anlık bir dengesizliğe ve doğal olarak belirli sayıdaki ana karakter [ç.n. protagonist] arasındaki bir çatışmaya” işaret eder [30].
Hakkında en az tartışma götürecek bu türden krizler, kesinlikle siyasal ve anayasal bir rejimin sonunu getiren krizlerdir. On sekizinci yüzyılın sonundan bu yana Fransız tarihine damgasını vuran devrimler ve hükümet darbelerinin yanı sıra, 10 Temmuz 1940 ve 13 Mayıs 1958 de bunun için iyi birer örnektir. Emmanuel Berl, 2 Haziran 1958'de “Fransız krizi” hakkındaki değerlendirmesinde, “Anayasa reformuna” dair, “Fransa'da her şeyin bu şekilde sonuçlandığını herkes bilir” [31] demiştir. Bu kavram, 16 Mayıs 1877 ya da 6 Şubat 1934'te olduğu gibi, rejimin çöküşüne yol açmasa da bu ihtimali tetikleyecek ve iktidarın kullanılmasındaki bazı temel dengeleri değiştirecek derecede söz konusu perspektifi inandırıcı kılan krizlere atıfta bulunmak için de kullanılmaktadır.
Bir rejim krizinden söz etmenin 2023 baharında gerçekleşmekte olan şeyin önemini abartmak olacağı en başından beri açıktı. Hiç şüphesiz, bazı gösterilerdeki şiddet ve birçok vekilin davranışı kesinlikle küçümsememek bunun yanında, 16 Mart'ta 49. maddenin 3. paragrafına son kez başvurulmasının ve üç gün sonra “Libertés, Indépendants, Outre-mer et Territoires” (LIOT) grubu tarafından verilen gensoru önergesinin sadece dokuz oyla başarısızlığa uğramasının ardından bazılarında yeşeren korkuları da hatırlamak gerekmekte: Hükümet neredeyse devrilmişti. Bununla birlikte, olayların sonu tam tersine varsaydı bile Beşinci Cumhuriyet'in son anlarını göreceğine kimse ciddi olarak inanamazdı. Kamu hizmetlerinin düzenli işleyişinin önemli ölçüde engellenmesi veya kesintiye uğraması anlamında bir Devlet krizi de yaşanmamıştır.
B. Bir siyasal krizden daha fazlası
Eğer bu bir rejim krizi değilse, yalnızca siyasal bir kriz olarak mı görülmeli? Bu ifade genel olarak, kurumsal aktörler arasındaki güç mücadelelerinin toplumsal kalkışma ile buluştuğu, özellikle akut bir siyasal çatışma biçimine gönderme yapar. Bu şekilde anlaşıldığında, klasik olarak siyasal sistemin bir patolojisi olarak değil, ana karakterlerinin bu vesileyle strateji devşirip hareket ettiği, siyasal fenomenlerin tezahür ettiği diğer tarzlardan biri, alışılagelmiş siyasi ilişkilerden bıkkınlık olarak kendini gösterir [32]. Burada “kriz” terimi bir anlık, belirleyici, “kritik” boyutunu kaybederek bariz tezatlara yol açmaktadır: “Krizin kurumsallaşması” [33], “rejimin endemik krizi” [34] gibi. Kavramın, hükümetin iktidarda kalması ya da ülkenin siyasi yönünün değişmesi sorununu az ya da çok doğrudan gündeme getiren her türlü sıra dışı siyasi protesto ile ilişkilendirilmesi muhtemeldir. Bu durumda kavramın içi biraz sulandırılmış olur.
1958'den günümüze bu tür olayların sayısı hiç de az değildir [35]. Tamamını saymak iddiasını taşımaksızın, bu kavramın çeşit çeşit fenomeni belirtmek için kullanıldığını belirtmek gerek: (a) bir reforma tepki olarak ortaya çıkan bir halk hareketi - 1984'te “Savary”, 2003'te “Fillon”, 2006'da “CPE”, 2010'da “Woerth”, 2013'te “Taubira” yasa tasarıları, 2013'te “kırmızı bereliler” ve ardından 2018'de “sarı yelekliler” krizleri - ; (b) başka türden zorlukların siyasi sonuçları - Cezayir savaşı; (c) iktidarın icrasında beklenmedik bir kesinti - General de Gaulle'ün istifası, Georges Pompidou'nun vefatı, 1997'de meclisin feshi - ; (d) siyasi ittifakların dağılması - 1962'deki gensoru önergesi, 1972'de Başbakan Jacques Chaban-Delmas'ın, 1976'da Jacques Chirac'ın istifaları - ; (e) önemi belirleyici olduğu düşünülen seçim sonuçları - 1981'deki değişim, 1986’da yürütmenin iki farklı kutupta olup sürdürülebilmesi [ç.n. F. Mitterand - J. Chirac cohabitation’u], Jean-Marie Le Pen'in 2002 başkanlık seçimlerinin ikinci turuna katılması, 2005 referandumundaki başarısızlık.
2023 emeklilik reformu halk arasında kendisine karşı yaygın bir muhalefeti ortaya çıkardı. Bu açıdan bakıldığında, olayı siyasal bir kriz olarak tanımlamak doğru ancak basmakalıp olacaktır. Ancak bununla yetinemeyiz; bu kavram, genelliği itibariyle, anayasa hukuku açısından olayın tekil özelliklerini yakalamakta başarısız olacaktır.
C. Tam bir anayasal kriz de değil
Peki, anayasal kriz kavramını kullanmak daha bereketli olur mu? Amerikalı hukuk profesörleri, Princeton Üniversitesi'nden Keith Whittington [36], Texas Üniversitesi'nden Sanford Levinson ve Yale Üniversitesi'nden Jack Balkin [37] kavrama bir açıklık getirmeyi denemiş ve anayasal mekanizmaların kullanılmasından ibaret siyasal krizleri kapsam dışında bırakmayı benimsemişlerdir. Kavramın kapsamını anayasal dengelerdeki bozulmalarla sınırlandırmaktadırlar.
Cincinnatus'ta somutlaşan Roma tarzı bir diktatörlük bir cumhuriyette eksik olduğunda, ya “kurumlara uyarak çökeceği” ya da “çökmemek için onları ihlal edeceği” [38] görüşündeki Makyavel’den esinlenerek en başta iki tür anayasal kriz arasında ayrım yapmaktadırlar. İlk türdeki kriz - ister “istisna hali ilanıyla [40]” ister “Anayasa'ya itaatsizlikle [41]” olsun, “Anayasa'ya sadakat [39]” krizi olarak - anayasal hükümlerin geçici olarak göz ardı edilmesinden kaynaklanır. Siyasi aktörler, günümüzün zorluklarının üstesinden gelebilmek için çoğu zaman da Anayasa'nın kendisine başvurarak belirli anayasal yükümlülükleri askıya alma yetkisine sahip olduklarını söylüyor. Bu ise nadir görülen bir durumdur. Bunu yaparken amaç, başka tür bir krizden kaçınmaktır. Bu ikinci türdeki – “başarısız bir Anayasaya aşırı sadakatten” ileri gelen [43] “operasyonel” [42] mahiyette - anayasal kriz Devletin kaybına yol açmaya mahkum koşullarda anayasal hükümlere gösterilen amansız saygıdan kaynaklanır: Aktörler Anayasaya, o anın zorluklarıyla başa çıkmalarını sağlamayacağının farkında olarak saygı gösterirler. Fransa'da 2023 baharında yaşanan olaylar birinci tür kriz kapsamına girmemektedir: O dönemde tespit edilen zorluklar - Anayasa Konseyi'ni izleyerek Anayasa'nın çiğnenmediğini kabul edersek - Anayasa'nın çeşitli hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanmıştır. İkinci türdeki krize de girmemektedirler: Devletin kaybı riski de yoktu.
Üçüncü türdeki anayasal kriz ise bizim durumumuza daha uygun gözükmekte. Levinson ve Balkin bunu “olağan siyasetin sınırlarını aşan iktidar mücadeleleri” olarak tanımlamaktadır [44]. Anayasa hakkında alenen ifade edilen anlaşmazlıkların siyasi aktörleri olağanüstü karşı çıkış biçimlerine yönelttiği durumları ifade eder. Artık yurttaşların anlaşmazlıklarını Parlamento'daki oylamalar, forumlar ve sosyal medyadaki hoşnutsuzluk ifadeleri ya da gösteriler gibi geleneksel çerçevelerle sınırlandırması söz konusu değildir. Yurttaşlar sokaklara dökülür ve şiddete başvurarak eylemde bulunur. Silahlı kuvvetler harekete geçirilir ve Anayasa'nın belirli bir yorumunu savunmak için kaba kuvvet kullanılır ya da kuvvet kullanımı tehdidi sürülür. Bu durumda krizin anayasal niteliği, siyasi farklılıkların Anayasa tarafından oluşturulan kurumsal çerçeve içinde tutulmasındaki kolektif yetersizlikten kaynaklanmaktadır. İşbu ahval içinde, siyasi aktörlerin hepsi Anayasa'ya sadık kaldıklarını iddia etmekte, ancak Anayasa'nın emirlerinin anlamı ve bundan kaynaklanması gereken adil güç dağılımı konusunda farklılık göstermekte. Taraflardan her biri diğerini Anayasayı hiçe saymakla dolayısıyla birinci türden bir anayasal krize katkıda bulunmakla suçluyor. Bu kriz, iki taraf bir uzlaşmaya vardığında ya da taraflardan biri geri adım atarak yeni güç dağılımının anayasaya uygunluğunu kabul ettiğinde sona erer: “Galiplerin Anayasası” [45], yani kazananın savunduğu yorum böylece dayatılmış olur. Böyle bir krizin işaretlerinden biri, kitlesel gösterilerin düzenlenmesi, geniş çapta sivil itaatsizlik eylemleri ve bunlara karşılık olarak toplumsal düzeni yeniden tesis etmek üzere asayiş güçlerinin gönderilmesidir.
2023 ilkbaharında yaşanan olayların bazı özellikleri bu kavramla benzerlik taşıdığını düşündürebilir: Hükümetin anayasal bir mekanizmayı yaratılış amacından çok uzak bir yönde eşi benzeri görülmemiş bir şekilde kullanması; “parlamentonun rasyonelleştirilmesi”nin bu araçlarının eşi benzeri görülmemiş bir şekilde hep birlikte kullanılması; bir grup milletvekilinin olağanüstü protesto biçimleri örgütlemesi; gösterilerin ve asayiş güçlerinin şiddeti; hem hükümet hem de bu milletvekilleri tarafından Anayasa'nın ihlal edildiği suçlamaları. Son olarak, hükümetin Madde 47-1'i düzenli olarak kullanma kabiliyetini şimdilik kuramsallaştıramamış olsa da Élisabeth Borne, kazandığı zafer sonrası 49. Maddenin 3. paragrafını maliyeye ilişkin yasalar dışındaki metinler için artık kullanmama isteğini belirterek, gelecekte kendi tercihleri dolayısıyla meydana gelen “Galiplerin Anayasasını” kullanma olasılığına açık kapı bırakmıştır.
Bu yukarıdaki sorgulamanın faydasız olduğu anlamına gelmiyor: bu yöndeki basit hareket bizi bu olayları, çevresi kısmen üçüncü tip anayasal krizle kesişen başka bir kavramla ilişkilendirmenin uygunluğunu sorgulamaya davet ediyor: anayasal zorlama.
II. Zorlama (passage en force)
Yirmi yıl kadar önce Harvard Üniversitesi profesörlerinden Mark Tushnet “anayasal zorlama” (constitutional hardball) [ç.n. passage en force constitutionnel] kavramını ortaya atmıştır. Kavram, daha yavaş tempolu softball oyununu karakterize eden biraz daha büyük, daha yumuşak topun aksine beyzboldaki küçük, sert topun kullanımını ifade eden to play hardball şeklindeki spor ifadesinden alınmıştır. Amerika Birleşik Devletleri'nde oldukça yaygın hale gelen bu ifade, büyük oynamayı, uzlaşmaz, amansız, acımasız ve “sert” adamı oynamayı anlatır.
A. Bir fenomenin dış hatları
Amerikalı yazar bu terimi anayasal alanda kullanmakla (a) bahsin yüksek olduğu meselelere ilişkin, (b) güç dengesini değiştirmeyi, anayasal düzeni -yeni bir anayasal düzene içinde yeniden dengelenmeye yol açabilecek şekilde- değiştirmeyi amaçlayan siyasal talep ve uygulamaları kucaklamayı amaçlamaktadır. Savaştan galip çıktıkları takdirde, (c) bu taleplerin ve uygulamaların arkasındaki taraflar uzun vadede güç sahibi olmayı umabilirler; tersine, savaşı kaybederlerse, uzun vadede önemli ölçüde zayıflayacaklarından korkmaları gerekir. Bu da (d) söz konusu anayasal zorlamanın kendisine has zorbalığını açıklamaktadır; zorbalık,
aktörlerin kendilerini, sahip oldukları her şeyi ortaya koyarak oynadıklarını zannetmelerinden kaynaklanmaktadır [...]: Eylemlerinin kışkırttığı siyasal çekişmede masadaki bahsin son derece arttığına ve yenilgilerinin - yani rakiplerinin zaferinin - ellerinde tuttukları siyasal konumlar için ciddi, hatta kalıcı bir gerileme teşkil edeceğine inanmaktadırlar[46].
İşbu “anayasal zorlama” çerçevesinde, (e) ihtilafın taraflarından en az biri, yerleşik anayasal öğreti ve uygulamasının sınırları içinde olmakla birlikte, diğer tarafın - bununla anayasal normların arka planını, “mevcut anayasal hükümet sistemlerinin altında yatan kendiliğinden mevcut varsayımları” kastederek - “yerleşik anayasa öncesi [ç.n. pré- constitutionnelles] anlayışlara” aykırı olarak gördüğü iddialarda bulunur veya böylesi uygulamaları benimser. Yukarıda kendiliğinden mevcut denilen şey şimdi kendisini siyasi bir tartışmanın merkezinde bulmaktadır. Anayasal zorlama, şekli olarak saygı gösterdiği anayasal normlar ile siyasetçilerin nasıl davranması gerektiğine dair, kendisinin ihlal ettiği, yazılı olmayan örf ve adetlerin kesiştiği noktada gerçekleşir. Siyasal aktörler, güçlerini arttırmanın anayasal yollarından faydalanmak için nezaket ve hoşgörü normlarını terk etmektedir. Açık hukuki normlarca zorunlu kılınmasalar da önceden, siyasette fair-play’in zımni kuralları olarak addedilen siyasal teamülleri suistimal eder veya bunlara karşı çıkarlar. Böylece (f) muhaliflerini iddialarına karşı çıkmaya zorlar ve bunu yaparken de bu tür bir karşı çıkışın siyasi maliyetinin yüksek olduğunu bilirler. Kısacası, bu saldırganlığın kısa vadeli hedefinin arkasında Anayasa'nın yerleşik yorumlarına değişim getirmek yatmaktadır.
Bir yandan Anayasa'nın lafzına başvurulur, öteki yandan da ruhuna. Bu kavram, anayasayla ilgili siyasal davranışların çeşitliliğini kapsar: Elbette biçimsel eylemler vardır ancak bunun yanında argümanlar da… Ki böylece ikisi birlikte stratejileri ortaya çıkarmaya yardımcı olur. Yukarıdakilerin benimsenmesi, bu siyasetçilerin - anayasa değişikliğinin umut mu yoksa korku mu doğurduğu [47] üzerine - ihtimallere ilişkin algılarından kaynaklanmaktadır. Risk ettikleri bahis kendilerine o kadar yüksek gelir ki, yazılı hukukun sınırları dahilinde her şeyi yapabileceklerini düşünürler. Bu stratejiler, azınlık partisinin seçilmiş üyeleri statülerinde köklü bir değişiklik olasılığını fark ettiğinde “saldırgan” hâle gelir; çoğunluk partisinin seçilmiş üyeleri iktidardan ayrılma riskiyle karşı karşıya kaldıklarında statülerini korumaya çalıştıklarında ise “savunmacı” mahiyettedir [48]. Bu şekilde düşünüldüğünde “anayasal zorlama”, şekli kuralların değiştirilmesini içermeyen uygulamalar hâlini alabilir. Aynı senatörlerin dört yıl önce Ruth Bader Ginsburg’un ölümünün ardından tam tersi bir tezi savundukları göz önüne alındığında, o dönemde çoğunlukta olan Cumhuriyetçi senatörlerin, 2016 yılında Donald Trump tarafından seçilen Neil Gorsuch'un muhafazakar yargıç Antonin Scalia'nın yerini almasını sağladıkları, Merrick Garland'ın Yüksek Mahkeme adaylığının değerlendirilmesindeki moratoryum bu açıdan açıklayıcıdır.
Mark Tushnet tarafından tanımlanan olgu, genellikle iki karşıt iddianın meyvesi olarak iki zorbalığın karşılaşma noktasında ortaya çıkar. Dövüş şiddetli [49], masadaki bahis yüksektir. Mevcut kurumsal düzenlemelerden fayda sağlayanlar, muhalifleri tarafından yeğlenecek yeni düzenlemelerin öncekilerin yerini alması halinde siyasal güçlerini kaybetmekten korkmaktadır. Amaç, demokratik tartışma koşullarını dikkate almaksızın siyasi rakipleri kalıcı bir şekilde yenmektir. Sürecin sonunda kazananlar, kendilerinin her şeyi kazanmış, kaybedenlerin ise her şeyi kaybetmiş olacaklarını ummaktadır [50]. Tahmin edilebileceği gibi, (g) misilleme mümkündür: taraflardan birinin saldırgan davranışına karşılık olarak diğer taraf savunma duruşu alabilir. Buradaki savunma, - daha önceki haksız bir fiile karşılık vermeselerdi kendileri de hukuka aykırı olacak önlemler[51] olan - uluslararası hukuktaki “karşı önlemler”in eşdeğeridir. Bu zorbalık da karşılıklı güvensizliğin artmasına katkıda bulunur ve daha da aşırı önlemlerin kullanılmasına yol açar.
Bu tür anayasal zorlamalar her zaman başarılı olmayabilir. Mark Tushnet iki tür başarısızlık tanımlar. Birinci türdekiler sadece görünürdedir, daha uzun vadeli bir başarıyı gizlerler. Bu açıdan - beyzbolda vurucunun gözünü korkutmak için topu atma yöntemine atıfta bulunan bir terim olan - “brushbacks” olarak tanımladığı yıldırma stratejileri tekildir. Bu nedenle yazar, Franklin D. Roosevelt tarafından talep edilen ve 1937 baharında Yüksek Mahkeme'nin üye sayısını artırmaya yönelik reformun görünürdeki başarısızlığına atıfta bulunmaktadır; bu reformun dolaylı başarısı, o dönemde Yüksek Mahkeme'deki muhafazakâr çoğunluk olan rakiplerini yıldırma kabiliyetiyle ölçülebilir - ve aynı şekilde 1998'de Clinton'ın suçlanması [ç.n. Monica lewinsky skandalı sonrasındaki impeachment] görünürde hiçbir sonucu olmamasına rağmen, 2000 yılındaki başkanlık seçimleri öncesinde Demokrat kampın zayıflamasına yol açabildi. İkinci türden başarısızlıklar ise gerçek başarısızlıklardır. Siyasi aktörler, bu tür bir zorbalık stratejisini benimser ve hedeflerine ulaşmada başarısız olurlar. Örneğin Richard Nixon, o zamanlar Demokrat hakimiyetinde olan Kongre'nin gücünü yürütmeye kaydırmak umuduyla, enflasyonu kontrol altına almaya yardımcı olmak amacıyla harcamaları kontrol etmek için anayasal bir yükümlülüğü olduğunu savunarak, Kongre tarafından belirli harcamalar için tahsis edilen paraya el koymaya çalıştı. Ronald Reagan'ın Adalet Bakanı Edwin Meese de Federal Yüksek Mahkeme'nin yorumlarıyla çelişse bile, Başkan'ın, kurucu metne kendi yorumlarını getirme konusunda anayasal yetkiyi haiz olduğu argümanını savunmada başarısız oldu.
B. Kavramın meseleye uygulanabilirliği
Bu kavram, bu yazıda ele alınan olayları açıklamak için Fransa'ya ithal edilmeyi hak ediyor mu? Bir dizi ön değerlendirme yapmak yerinde olacaktır.
İlk olarak, Fransız anayasal kültüründe mevcut olan bir başka kavram, yaşananlara ilişkin tatmin edici bir açıklama getirememektedir. Georges Liet-Veaux tarafından 1940'ların başında kuramlaştırılan - özellikle 10 Temmuz 1940 ile ilgili olarak, “metinlerin lafzına saygı gösterilirken kurumun ruhunun inkar edildiği” [52] bir usul olduğu önermesi ileri sürülen - “Anayasaya karşı hile” her şeyden önce bir sürecin sonucuna odaklanır; öte yandan “anayasal zorlama” her şeyden önce bir harekete, bir sürece ve argümanlara atıfta bulunur.
İkinci olarak, kısa vadeli kalmaya yazgılı eğilimler ile Fransız hukuk sistemindeki yapısal değişiklikler arasında bir ayrımı söz konusu olaylardan birkaç hafta sonra yapmak zordur. Bu bağlamda, “anayasal zorlama” kavramının şu anda kullanımı, her şeyden önce Anayasa'nın kolektif anlayışında bir kırılma olup olmadığına karar vermeden, o anda kavranabilecek argümanlara ve stratejilere atıfta bulunduğu için daha kolaydır.
Üçüncü olarak, burada gözlemlenenlerle yalnızca belirli ortak noktaları olan olgulara atıfta bulunmak için başka bir yerde önerilen bir kavramı ödünç almak her zaman tehlikelidir. Risk, bir ayakkabı çekeceğinde olduğu gibi, olayları bu şekilde sınırları çizilmiş bir kavrama sokuşturup uydurmaya çalışmaktır. Fransız bağlamı ile kavramın doğduğu Amerikan bağlamı arasındaki birçok farka rağmen, Amerika’daki bağlamın Fransa'da konuşlandırılan belirli stratejilere ışık tutması ve Fransız anayasa hukukuna dair tefekkür noktası sunması muhtemel görünmektedir.
Bu bağlamda mesele, 2023 baharında Fransa'da yaşanan olayların, dil teorisinde bu kavramın bir uzantısı olarak tanımlanabilecek, ABD'de “anayasal zorlamalar” olarak tanımlanan tüm olgularla eş değer olup olmadığını sormak değildir. Bunun yerine, burada incelenen fiillerin, kavram için kabul edilen temel özelliklerle – söz konusu kavramın niyetiyle - ilişkilendirilmeyi hak edip etmediğini incelemeliyiz. Bu durumda, Fransız krizi sırasında tespit edilen birçok eğilim, buna işaret ediyor gibi görünmektedir.
Bu kriz sırasında (a) büyük riskler mi söz konusuydu? Bu terim açıkça muğlaktır. Ancak, söz konusu olan, reformun özünün ötesinde, bir hükümetin, milletvekillerinin aritmetik çoğunluğu yasa tasarısına karşı çıksa bile, yasaların geçip geçmeyeceği üzerindeki kontrolü elinde tutma kabiliyeti olduğundan, durumun her şeye rağmen bu şekilde olduğu söylenebilir.
Siyasal talepler ve uygulamalar – önümüzdeki mesele özelinde hükümetin tercihleri - güç dengesini değiştirme ve anayasal düzeni değiştirme eğiliminde midir (b)? Çoğunluğa - hatta nispi çoğunluğa - sahip milletvekillerinin ya da hükümetin, parlamentodaki azınlıklara karşı amansız olması elbette yeni bir şey değil. Buradaki anayasal zorlama, Madde 47-1 kullanımıyla ve “parlamentonun rasyonelleştirilmesi” için var edilen çeşitli araçlara hep birlikte olarak başvurulmasıyla yaratılan arkaya dolanma izleniminin meyvesi olarak, muhalefet milletvekillerinin ve senatörlerinin ezilmesine yönelik bir adım daha atılmasıdır. Özellikle Madde 47-1'in kullanımı, hükümetin parlamento prosedürü üzerindeki hakimiyetini kalıcı kılma eğilimindedir; bu durum, hükümetin Millet Meclisi’nde rahat bir çoğunluğa sahip olduğu durumlarda elbette olağandır, ancak içinde bulunduğumuz durum ve şartlarda bu mevcut değildir. Hükümet, 2023 baharında, Madde 47-1’de öngörülen usulü suistimal ederek, Anayasa'nın bu tür bir durumda kendisine getirdiği bazı kısıtlamaları bu şekilde etkisiz hale getirmeye çalışarak, siyasal hedeflerine ulaşmak için Anayasa'nın sınırlarını zorlamaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, Anayasa Konseyi’nin bu uygulamanın anayasaya uygunluğunu teyit etmesi, erk dengesinin değiştirilmesine katkıda bulunacak şekilde anayasal düzende bir değişikliğe yol açmaktadır: Artık benzer bir durumda, sadece azınlık milletvekillerinin desteklediği bir hükümetin, Sosyal Güvenlik muhasebesiyle bağlantılı olması muhtemel herhangi bir reformu kabul ettirmek için Madde 47-1’i kullanması mümkün olacaktır.
Bu talep ve uygulamaların arkasındaki taraf kazandığı takdirde, uzun vadede iktidarı elinde tutmayı umabilir mi; kaybettiği takdirde ise, önemli ölçüde zayıflamaktan korkması gerekir mi (c)? Elisabeth Borne hükümeti, parlamento üyelerinin reform lehinde ya da aleyhinde oy kullanmalarını kısıtlamak için Madde 47-1 ve 49(3)’ü kullanarak sonuçları belirleyici bir savaş veriyor. Meselenin bu yönü, yukarıdaki perspektifin bir yansıması: Burada söz konusu olan, bir hükümetin gelecekte, kendisine bağlı parlamenterler ne meclis ne senatoda çoğunluğa sahip olmasa bile, iradesini Parlamento'ya dayatma kabiliyeti. Hükümet bu mücadeleyi kazanırsa, gelecekte yine Madde 47-1'in kullanımıyla garanti altına alınan birçok avantajdan yararlanacaktır. Kaybederse, bu parlamento yapısında reform yapmakta zorlanacaktır.
Bu da bizi 2023 baharı boyunca çeşitli kurumsal uygulamaları özetleyen bir ifadeyle meselenin özüne getiriyor: Zorbalık. Çatışmanın taraflarından en az birinin, görünüşte Anayasa'nın lafzına saygı duymakla birlikte, onun arka planını oluşturan teamül ve gelenekleri, siyasette fair play’in zımni kurallarını görmezden gelen taleplerde bulunduğunu veya böylesi uygulamaları benimsediğini düşünebilir miyiz (d)? Anayasal zorlama izlenimi daha genel bir bağlamdan ve yürütme erkinin retorik stratejilerinden kaynaklanmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda, 2022 seçimlerinden önce çok az kampanya yapmış olmasına rağmen, aşırı sağı engellemeye yönelik oylardan iki kere faydalanan Emmanuel Macron, ülke içinde kendisine karşı yaygın bir muhalefet olmasına rağmen, bu reformu gerçekleştirmek için hiçbir yerde bulunmayan bir halk desteğinden yararlandı. Hükümetin bazı tartışma stratejileri de bu zorbalık izlenimini körüklemektedir. Örneğin, Kamu Maliyesi Bakanı Gabriel Attal 13 Mart'ta France Inter'e yaptığı açıklamada hükümetin “49.3'ü kullanmak istemediğini” çünkü “herkesin Fransız halkına verdiği taahhütler ve yaptığı açıklamalarla tutarlı olması halinde [...] bu metin için oy verecek bir çoğunluğun bulunacağını” ifade etmiştir. Üç gün sonra, Başbakan söz konusu mekanizmayı kullanarak, parlamenterlerin iradesinin hiçbir önem taşımadığı izlenimini vermektedir. Kısacası, parlamentonun rasyonelleştirilmesi için var edilen tüm mekanizmalara başvurup Madde 47-1 kullanımını saptırarak, bunu yapmadan önce Madde 49.3’ü kullanmak istemediğini açıklayarak hükümet bu tür gelenekleri, bu tür zımni fair play kurallarını görmezden gelmiştir. Her ne kadar önümüzdeki meselede, riskler Birleşik Devletler'de bu şekilde tanımlanan bazı durumlara kıyasla şüphesiz daha düşük olsa da hükümet kendi başına bu kategoriye yerleşmiş gibi görünmektedir.
Son olarak, (g) Mark Tushnet'in de kavramının merkezine yerleştirdiği bir fikir olan misilleme olarak anayasal zorlama teşebbüsü mevcut muydu? Hükümetin zorbalığına karşılık olarak bazı muhalefet milletvekilleri de kendi stratejilerinde zorbalığa kaçmaya başladılar. Muhaliflerini sadece siyasi hasım olarak değil, düşman olarak tanımlamaya çalışarak, burlesk davranışlarla, klasik engelleme başlığı altında yer alamayacak tekniklere ek olarak, parlamenter fair play’in bazı zımni kurallarını da göz ardı ettikleri söylenebilir.
Tüm bu göstergeler, bahardaki olayları “anayasal bir zorlama” olarak nitelemek için iyi nedenler sunmaktadır.
C. Kavramın kapsamı
Buradan ne ders alabiliriz? Mark Tushnet bu durum ve koşulların tanımlanmasını anayasal değişimler üzerine düşünmek için kullanıyor. Yale Üniversitesi profesörü Bruce Ackerman tarafından savunulan, Tarihin anayasal değişimin kristalleştiği “anayasal anlar” ve anayasanın değişmediği “olağan siyaset” [53] anlarının birbirini izlemesinden oluştuğu fikrinden ayrılıyor. Mark Tushnet anayasal değişimleri tedrici ve daha istikrarlı bir süreç olarak görmektedir. Anayasanın yorumlandığı siyasal ve toplumsal koşullardaki bir değişim, bir süre sonra, “anayasal düzende” - bununla “bir ulusun temel kararlarının uzun vadede alındığı oldukça istikrarlı bir dizi kurumu ve bu kararlara rehberlik eden ilkeleri” kastetmektedir [54] - daha köklü değişikliklere yol açar. Ona göre bu “anayasal zorlamalar” anayasal değişim dönemlerinin nevi şahsına münhasır özelliğidir ve bu dönemlerin itici gücüdür.
Fransa'da olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri'nde de bu “anayasal zorlamalar”ın anayasal kapsamını kavramak kolay değildir. Her şeyden önce kavramın yazarları, uzun vadede iktidarı ellerinde tutma becerilerine bağlı olabilecek yeni dengenin kalıcılığından asla emin olamamakta [55]. İkinci olarak, böyle bir kurumsal stratejinin başarısızlığı gecikmeksizin gözlemlenebilirken, başarısından kaynaklanabilecek anayasal değişim ancak meseleden belli bir uzaklıkta gözlemlenebilir [56]. Buna ek olarak, ilk ortaya atılmasından bu yana kavramın hatları, - vekil çoğunluğu yokken yasama çoğunluğunu sağlamak için seçim kurallarında değişikliklere yol açan - “karşı-çoğunlukçu anayasal zorlamalar” [57] ve “temelinde demokrasi düşmanı” anayasal zorlamalar [58] üzerine yapılan çalışmalarla çeşitli yönleri üzerinden keskinleştirilmiştir.
Bazı yazarlar bu uygulamaları son on yılda Amerikan siyasi hayatında artan kutuplaşmanın arkasındaki itici güç olarak görmekte [59] ve Cumhuriyetçi partinin Demokratlara göre bunlara daha fazla başvurduğunu teslim etmekte [60] hatta öyle ki bazıları Demokrat Partiyi de aynı şeyi yapmaya [61] veya bunları daha az yaygın hale getirecek mekanizmalar icat etmeye çağırmaktadır [62]. Bazıları ise bu durumu anayasal “çürümenin”, normların erozyona uğramasının bir işareti olarak görmektedir: Bu türde stratejilerin kullanılması, gelecekte aşırılıkçı bir siyasi parti lehine olma riskini her zaman için taşımaktadır [63].
Her ne kadar 2023 baharındaki olaylardan Fransız anayasal düzenindeki değişimlerin bir teminatını devşirmek için çok erken olsa da bir olgu, bu son düşünceleri yansıtmaktadır: Rassemblement National milletvekillerinin, bu dönemde arka planda kalmayı tercih etmelerine rağmen, zorbaca duruşu, tam da hükümete ve muhalefetin diğer milletvekillerine terk ettikleri için bu anın büyük kazananları oldukları izlenimi herkes tarafından hissedilmektedir. Bu çifte zorbalığın Fransa'da bu aşırılıkçı siyasi partiyi beslemiş olması oldukça muhtemeldir.
***
Son tahlilde, 2023 baharında tespit edilen kurumsal uygulamaların çift taraflı zorbalığı, bizi önemli olan tek şeyin, Anayasa Konseyi’ne göre ortaya çıkan sadece yasanın anayasaya uygunluğu olarak anayasaya uygunluk fikrine bırakmadan, kendi başına anlaşılmayı hak ediyor. “Anayasal zorlama” kavramının bu anın tekilliğini yakalamak için uygun bir kavram olduğu kanıtlanmıştır. Dolayısıyla Fransız anayasa kuramı bu kavramın temellükünden fayda sağlayacaktır. Son olarak, bu kavramın kullanımı, anayasa hukukuna ilişkin düşüncelerimizi, bir yasanın Anayasa'ya uygunluğu ile uygunsuzluğu arasındaki basit ikiliği [ç.n. dikatomi] aşarak, zenginleşmeye davet ediyor. Bunu aşmazsak ister normlar ister uygulamalar açısından olsun, anayasa hukukunu anlayışı açısında analiz edilmesi eşit derecede faydalı olan çeşitli durum ve davranışları ihmal etme riskini almış olacağız.
[1] Bkz. D. MAUS, “La leçon de droit parlementaire appliqué du Conseil constitutionnel sur la
réforme des retraites devrait servir de modèle”, Le Monde, 19 Nisan 2023.
[2] Bkz. E. BOTTINI, M. BOUAZIZ, S. HENNETTE-VAUCHEZ, “Un juge activiste ? Les choix du Conseil constitutionnel dans les décisions no 2023-4 RIP et no 2023-849 DC du 14 avril 2023”, Revue des droits de l’homme. Actualités droits-libertés, 3 Mayıs 2023.
[3] Bkz. D. BARANGER, “ ‘Un spectacle lamentable’ : la réforme des retraites entre opposition radicale et mauvaises pratiques gouvernementales”, Blog Jus Politicum, 9 Mart 2023.
[4] A. LE DIVELLEC, “Parlementarisme négatif, gouvernement minoritaire, présidentialisme par défaut : la formule politico-constitutionnelle perdante de la démocratie française”, Blog Jus Politicum, 5 Nisan 2023.
[5] Örneğin bkz. D. BARANGER, “Le nouveau visage de l’article 49-3”, Blog Jus Politicum,
16 Kasım 2022; B. FRANÇOIS, “Vie et mort du 49. 3 ?”, La Grande conversation, 5 Nisan 2023.
[6] Millet Meclisi Resmi Gazete, 23 Ocak 1996, s. 14.
[7] Bkz. S. BENZINA, “Les décisions sur la réforme des retraites : une illustration de la conception française du contrôle de constitutionnalité”, Jus Politicum, vol. 30, 2023 (bu sayı içinde).
[8] AYM’nin 2023-849 DC numaralı kararı, 14 Nisan 2023, Loi de financement rectificative de la Sécurité pour 2023, paragraf 11.
[9] Bkz. C. GEYNET-DUSSAUZE, L’obstruction parlementaire sous la Ve République, Institut francophone pour la justice et la démocratie, 2020, s. 57-77.
[10] P. ROSANVALLON, “Le débat sur la réforme des retraites est le signe d’un ébranlement de notre démocratie”, Le Monde, 24 Şubat 2023.
[11] Bkz. D. BARANGER, “’Un spectacle lamentable’ : la réforme des retraites entre opposition radicale et mauvaises pratiques gouvernementales”, a.g.e.
[12] AYM’nin 2023-849 DC numaralı kararı, 14 Nisan 2023, Loi de financement rectificative de la Sécurité pour 2023, paragraf 70.
[13] Ibid, paragraf 69.
[14] Bkz. A. VIALA, “La bienveillance du Conseil constitutionnel est le retour du refoulé autoritaire issu des origines de la Ve République”, Le Monde, 18 Nisan 2023.
[15] Bkz. M. DOBRY, “Brève note sur les turpitudes de la ‘crisologie’ : que sommes-nous en droit de déduire des multiples usages du mot ‘crise’?”, Cahiers de la sécurité intérieure, cilt. 7, 1992, s. 289-294.
[16] Bkz. E. MORIN, “Pour une crisologie”, Communications, cilt. 25, 1976, s. 149-163, s. 150.
[17] Bkz. X. PHILIPPE, “Repenser constitutionnellement les états de crise : de la nécessité de réadapter le cadre constitutionnel de la Ve République”, in X. DUPRE DE BOULOIS, X. PHILIPPE (dir.), Gouverner et juger en période de crise, Paris, Mare & Martin, 2023, s. 115-127, s. 117.
[18] Bkz. ör: P. BRAUD, Les crises politiques intérieures de la Ve République, Paris, Armand Colin, 1970, s. 7-10.
[19] Bkz. P. RICOEUR, “La crise : un phénomène spécifiquement moderne ?” [1986], in Politique, économie et société. Écrits et conférences 4, Paris, Le Seuil, 2019, s. 165-196, s. 172.
[20] Bkz. J. CHARLOT, “L’efficacité de la Constitution face aux crises”, in O. DUHAMEL, J. L. PARODI, La Constitution de la Cinquième République, Paris, Presses de la FNSP, 1985, s. 275-279, s. 276.
[21] Bkz. H. ARENDT, Qu’est-ce que la politique?, Paris, Le Seuil, 2014, s. 24.
[22] Bkz. D. TARTAKOWSKY, Le pouvoir est dans la rue. Crises politiques et manifestations en France, XIXe-XXe siècles, Paris, Flammarion, 2020, s. 11-18.
[23] Bkz. J. BARTHELEMY, La crise de la démocratie contemporaine, Paris, Sirey, 1931, s. 8.
[24] Bkz. M. WINOCK, “1947 : l’année terrible”, in M. WINOCK (dir.) Gouverner la France, Paris, Gallimard, 2022, s. 435-449, s. 435.
[25] Bkz. J. GREVY, “L’histoire peut-elle proposer des leçons pour sortir de crise ?”, in
J. GREVY (dir.), Sortir de crise. Les mécanismes de résolution de crises politiques (XVIe-XXe siècle), Rennes, Presses universitaires de Rennes, 2010, s. 7-13, s. 10.
[26] Bkz. J. JEANNENEY, “Le réformisme constitutionnel sous la Ve République”, in P. BLACHER (dir.), La Constitution de la Cinquième République : 60 ans d’application (1958-2018), Paris, LGDJ-Lextenso, 2018, s. 135-153.
[27] Aynı şekilde bkz. N. ROUSSELLIER, “La crise du fait majoritaire est plus profonde que la crise de la Constitution”, Blog Jus Politicum, 29 Mart 2023.
[28] Bkz. M. DOGAN, H. HIGHLEY, “Elites, Crises, and Regimes in Comparative Analysis”, in M. DOGAN, H. HIGHLEY (dir.), Elites, Crises, and the Origins of Regimes, Lanham, Rowman & Littlefield, 1998, s. 3-27.
[29] M. WINOCK, La fièvre hexagonale. Les grandes crises politiques de 1871 à 1968 [1986], in
M. WINOCK (dir.), Gouverner la France, op. cit., s. 103-427, s. 106.
[30] Ibid., s. 397.
[31] E. BERL, “Notes sur la crise française (2 juin 1958)”, in E. BERL (dir.), Essais. Le temps, les idées et les hommes, Paris, Fallois, 2007, s. 122-129, s. 128.
[32] Bkz. M. DOBRY, Sociologie des crises politiques [1986], Paris, Presses de Sciences-Po, 2009, s. 1-6.
[33] N. BOBBIO, “La crise permanente”, Pouvoirs, cilt. 18, 1981, s. 5-20, s. 12.
[34] J.-L. QUERMONNE, “La Ve République. Fin de règne ou crise de régime ?”, Études, cilt. 405, 2006, s. 178-187, s. 179.
[35] Örneğin bkz. G. COURTOIS (dir.), Le Monde. Les grandes crises politiques françaises (1958 2014), Paris, Perrin, 2014.
[36] K. E. WHITTINGTON, “Yet Another Constitutional Crisis ?”, William & Mary Law Review, cilt. 43, no 5, 2002, s. 2083-2149.
[37] Bkz. S. LEVINSON, J. BALKIN, “Constitutional Crises”, University of Pennsylvania Law Review, cilt. 157, no 3, 2009, s. 707-753.
[38] N. MACHIAVEL, Discours sur la première décade de Tite-Live, in N. MACHIAVEL, OEuvres, Paris, Robert Laffont, 1996, s. 179-461, s. 249 [I, 34].
[39] K. E. WHITTINGTON, “Yet Another Constitutional Crisis ?”, a.g.e., s. 2109-2119.
[40] S. LEVINSON, J. BALKIN, “Constitutional Crises”, a.g.e., s. 721-729.
[41] J. BALKIN, The Cycles of Constitutional Time, Oxford, Oxford University Press, 2020, s. 38-43.
[42] K. E. WHITTINGTON, “Yet Another Constitutional Crisis ?”, a.g.e., s. 2101-2109.
[43] S. LEVINSON, J. BALKIN, “Constitutional Crises”, a.g.e., s. 729-738.
[44] Ibid., s. 738-746. Aynı şekilde bkz. J. BALKIN, The Cycles of Constitutional Time, op.cit., s. 36-68.
[45] Bkz. J. BALKIN, “Winner’s Constitutions”, Blog Balkinization, 7 Haziran 2007.
[46] M. TUSHNET, “Constitutional Hardball”, The John Marshall Law Review, cilt. 37, no 2, 2004, s. 523-553 ; Aynı şekilde bkz. M. TUSHNET, Taking Back the Constitution. Activist Judges and the Next Age of American Law, New Haven, Yale University Press, 2020, p. 224. Çok yakın bir kavram olan “anayasal güç gösterisi” için bkz. E. A. POSNER, A. VERMEULE, “Constitutional Showdowns”, University of Pennsylvania Law Review, cilt. 156, no 4, 2008, s. 991-1048.
[47] M. TUSHNET, “Constitutional Hardball”, a.g.e., s. 544.
[48] Ibid., s. 528-529.
[49] Bkz. S. LEVITSKY, D. ZIBLATT, How Democracies Die, New York, Broadway Books, 2018, s. 109.
[50] M. TUSHNET, “Constitutional Hardball”, a.g.e., s. 531.
[51] Bkz. D. E. POZEN, “Self-Help and the Separation of Powers”, Yale Law Journal, cilt. 124, no 2, 2014, s. 2-90.
[52] Bkz. G. LIET-VEAUX, “La ‘fraude à la Constitution’. Essai d’une analyse juridique des revolutions communautaires récentes : Italie, Allemagne, France”, RDP, 1943, s. 116-150, s. 145. Aynı şekilde bkz. G. LIET-VEAUX, La continuité du droit interne. Essai d’une théorie juridique des révolutions, Paris, Sirey, 1943, s. 400-401.
[53] Bkz. B. ACKERMAN, We the People : Foundations, Cambridge, Harvard University Press, 1991.
[54] M. TUSHNET, The New Constitutional Order, Princeton, Princeton University Press, 2003, s. 1.
[55] Bkz. J. BALKIN, “Constitutional Hardball and Constitutional Crises”, Quinnipiac Law Review, cilt. 26, no 3, 2008, s. 579-598, s. 584-585.
[56] Ibid, s. 579-598, s. 589-590. Aynı şekilde bkz. J. JEANNENEY, Les lacunes constitutionnelles, Dalloz, 2016, s. 565-569.
[57] R. WOODWARD-BURNS, “Counter-Majoritarian Constitutional Hardball”, Maryland Law Review, cilt. 81, no 1, 2021, s. 380-393.
[58] Bkz. J. H. SHUGERMAN, “Hardball vs. Beanball. Identifying Fundamentally Antidemocratic Tactics”, Columbia Law Review Online, cilt. 119, 2 Nisan 2019, s. 85-122.
[59] Bkz. J. M. CURRY, F. E. LEE, The Limits of Party. Congress and Lawmaking in a Polirized Era, 2020 (s. 1-52).
[60] J. FISHKIN, D. E. POZEN, “Asymmetric Constitutional Hardball”, Columbia Law Review,
cilt. 118, no 3, 2018, s. 915-982 ; buna karşı bkz D. E. BERNSTEIN, “Constitutional Hardball Yes, Asymmetric Not So Much”, Columbia Law Review Online, cilt. 118, 7 Aralık 2018, s. 207-233.
[61] Bkz. D. FARIS, It’s Time to Fight Dirty. How Democrats can Build a Lasting Majority in American Politics, Brooklyn, Melville House, 2018 ; A. BELKIN, “Court Expansion and the Restoration of Democracy : The Case for Constitutional Hardball”, Pepperdine Law Review, cilt. 2019, no 1, 2020, s. 19-50 ; D. EPPS, G. SITARAMAN, “How to Save the Supreme Court”, Yale Law Journal, cilt. 129, no 1, 2019, s. 148-206l ; J. W. MUELLER, “Democrats Must Finally Play Hardball”, Project Syndicate, 25 Eylül 2020.
[62] Bkz. D. E. POZEN, “Hardball and/as Anti-Hardball”, New York University Journal of Legislation and Public Policy, cilt. 21, no 4, 2019, s. 949-955 ; G. HELMKE, M. KROEGER, J. PAINE, “Democracy by Deterrence : Norms, Constitutions, and Electoral Tilting”, American Journal of Political Science, cilt. 66, no 2, 2022, s. 434-450.
[63] Bkz. J. BALKIN, “Constitutional Crisis and Constitutional Rot”, Maryland Law Review, cilt. 77, 2017, s. 147-160; J. CHAFETZ, D. E. POZEN, “How Constitutional Norms Break Down”, UCLA Law Review, cilt. 65, 2018, s. 1430 ; J. BALKIN, “The Recent Unpleasantness. Understanding the Cycles of Constitutional Time”, Indiana Law Journal, cilt. 94, no 1, 2019, s. 253-296; J. BALKIN, The Cycles of Constitutional Time, op. cit., s. 3.
* : Jus Politicum'un Temmuz 2023, 30. sayısında yayınlanmıştır. (https://juspoliticum.com/article/La-Constitution-brutalisee-Derriere-la-crise-des-retraites-un-passage-en-force-1540.html)
** : Strasbourg Üniversitesi Kamu Hukuku Profesörü.
Yorumlar
Yorum Gönder