ANAYASA HUKUKUNU TARİHSEL OLARAK ÖĞRETMEK*
Jack M. Balkin [1]
Çev. Ertuğrul Kaan Yıldırım/A. Yasin Uysal
I. Giriş: Bu dersin diğer tüm derslerden farkı nedir?
Ben
anayasa hukukunu, Kuruluş’tan günümüze kadar olan gelişiminin izini sürmek
suretiyle, tarihsel olarak öğretiyorum. Bu makalede
niye böyle yaptığımı açıklamaya çalışacağım.
Hukuk fakültesindeki ilk
dönemindeki öğrencilere
giriş niteliğinde bir Anayasa Hukuku dersi vermek kendine özgü sorunları
gündeme getirmektedir. Hukuk eğitimine henüz yeni
adım atmakta ve hukuku nasıl öğreneceklerini anlamaya sıkı bir
şekilde çabalamakta olan öğrenciler, bir
süre sonra Anayasa Hukuku dersinin diğer derslerinden çok farklı olduğunu fark
ederler. Ders, belirli birtakım kural ve öğretilere vakıf olmaya
dair bir alandan ziyade,
daha çok tarih ve teoriyle ilgili gibi görünmektedir. Elbette öğretisel
kurallar mevcut, ancak en azından dersin ilk
bölümünde bunlardan pek azına yer veriliyor. Bu durum, belirli öğretileri ve
bunları yeni durumlara nasıl uygulayacaklarını öğreneceklerini düşünen birçok
öğrenci için kafa karıştırıcı ve kaygı uyandırıcıdır. Nasıl not tutmaları
gerektiğini ya da okumalarda nelere göz atmaları gerektiğini bilmiyorlar.
Ben, bu farklılıkların üzerini örtmek yerine bunları vurguluyorum.
En başta bu dersin diğer birinci sınıf derslerinden gerçekten de farklı
olduğunu açıklıyorum. Bu ders oldukça tarihseldir ve ülkenin başlangıcından
günümüze kadar anayasal gelişimdeki değişimleri araştırır. Ülke ve içindeki
politik mücadeleler zaman içerisinde değişim gösterdikçe, mahkemelerde Anayasa’nın
yorumlanması da aynı şekilde değişime uğruyor. Öğrencilere bu derste tarihin
çok fazla yer alacağını ve dersin ikinci yarısına gelene kadar günümüz
için kullanabilecekleri öğretinin nispeten az olacağını
anlatıyorum.
Dersin tarihsel nitelikte
olacağını açıkladığım anda, öğrenciler sıklıkla tarihi nasıl
öğrenebileceklerini soruyorlar. Pek çok öğrenci Amerikan tarihine ilişkin
yalnızca sınırlı bir bilgiye sahip. Bu durum bilhassa sayıları giderek artan
diğer ülkelerden gelen hukuk öğrencileri için doğru olmakla beraber, seçkin yüksek öğrenim
kurumlarında eğitim görmüş olanlar da
dahil olmak üzere Amerikalı öğrenciler için de geçerlidir. Hazırlık seviyeleri
her ne olursa olsun, onlara ihtiyaç duydukları tüm tarihin vaka kitabında yer
aldığına dair güvence veriyorum ki bunu benim vaka kitabımın yapısı nedeniyle
rahatlıkla söyleyebiliyorum.
Sanford Levinson, Akhil Amar,
Reva Siegel ve Cristina Rodriguez ile birlikte sekiz baskısını geride bırakmış
ve çok yakında dokuzuncu baskısını gerçekleştirecek olan bir vaka kitabının
müşterek yazarlarından biriyim.[2] Bu vaka kitabını tarihsel temelli hale getirdiği, Yüksek Mahkeme görüşleri
dışındaki materyallere de yer verdiği ve anayasal kanonu genişlettiği için tüm
övgüler arkadaşım Sanford Levinson’a
gitmelidir. Sonraki pek çok vaka kitabı, ilk olarak bizim kitabımızda yer alan
materyal ve yaklaşımları da içerecek şekilde adımlarımızı takip etmiştir. Sandy’nin
yaratıcılığı ve öngörüsü olmasaydı, Amerika Birleşik Devletleri’nde
anayasa hukuku eğitiminin bugünkü halinden
çok
farklı görünebileceğini söylemek adil olacaktır.
Vaka kitabımız tarihsel
olarak yirminci yüzyılın ortalarına kadar düzenlenmiştir; daha sonraki bölümler
ise konu bazında düzenlenmiştir. Bu vaka kitabı, Cumhuriyet’in
erken
dönemi, köleliğin tarihi ve Yeniden
Yapılanma Değişikliklerinin yasama tarihi hakkında diğer vaka kitaplarının pek
çoğundan çok daha fazlasını içermektedir. Daha sonraki öğretisel materyaller
dahi kendi politik ve tarihsel bağlamlarına oturtulmuştur. Kitabın merkezi
hedeflerinden biri, anayasa hukuku çalışmalarına madde temelli bir yaklaşımın
ötesine geçerek, Anayasa'nın birbirini takip eden nesiller boyunca olan
gelişimi ve baskın partilerin ve siyasi
rejimlerin yükselişi ve düşüşü hakkında düşünmeyi sağlamaktır. Kitabın
önsözünde de söylendiği
gibi,
“Öğrencilerin, iyi veya ikna
edici bir anayasal argümanın neyden
müteşekkil olduğuna dair fikirlerin zaman içinde
değiştiğini ve değişmeye devam edeceğini tanımaları önemlidir. Bir dönemde iyi
yetişmiş hukukçular için kusursuz derecede makul görünen argümanlar, daha
önceki ya da sonraki dönemlerde tuhaf ya da “ipsiz sapsız”
gibi gelebilir. Bir daha geri gelmemek üzere silinmiş görünen (eyalet
egemenliğinin sıkıştırılmış teorisi gibi) argümanlar bir
yüzyıl sonra tekinsiz bir
şekilde yeni kisvelerle tekrar canlanmaktadır. Toplumsal hareketlerin, dönemin
tüm sağduyulu hukukçuları tarafından reddedilecek vizyoner iddiaları, sonraki
dönemlerde kabul gören ortodoksi/ana akım görüş haline
gelir. Argümanların “liberal” ya da “muhafazakâr”,
ılımlı veya radikal olarak ideolojik ederi de,
argümanlar yeni sosyal ve hukuki bağlamlarda sunuldukça veya tekrarlandıkça
değişmektedir.”[3]
II. Anayasal Kanonlar
Her anayasa hukuku dersi,
ister bilinçli ister tesadüfi olsun, bir kanonun inşasını gerektirir. Her bir
dersin zamanı sınırlıdır ve
öğrencilere okumaları için verilebilecek sayfa sayısı gerçekçi olamayacak kadar
fazladır. Yale’de dört kredilik bir ders
okutmaktayım, bu da demek oluyor ki önemli olduğunu düşündüğüm her şeyi
öğretmek için 26 adet iki saatlik blok ya da toplam 52 saatim bulunuyor. Bu
saatler çok kıymetli. Pek çok şeye değinmek mümkün değil,
bazılarından ise sadece yüzeysel olarak bahsedilebilir. Vaka kitabı için her
yıl ek hazırlıyorum, bu da
düzenli olarak Yüksek Mahkeme’den gelen
en son davaları düzenlemem ve vaka kitabının temsil ettiği anayasal kanonu
düzenli olarak yeniden düşünmem anlamına geliyor.
İstediğim giriş dersini ideal
bir şekilde vermek için yeterince zamanım olmadığını her zaman
için düşünüyorum. Ancak pek çok okuldaki profesörün
bundan
daha az zamanı var ve bu süre dönemlik sistemle öğretim yapan okullarda daha da
az. Öğretim için müsait
zaman anayasal kanonu
biçimlendirmektedir. Elbette öğrenciler Anayasa Hukuku’nun
ileri düzey konuları üzerine seçmeli dersler alabilirler ama
öğrencilerin hepsi böyle yapmayacaktır.
Gerçekten de giriş dersinin pek çok öğrencinin alacağı tek anayasa hukuku dersi
olacak olması olasıdır.
İdeal olarak bir giriş
dersine girmesi icap eden pek çok husus benim dersimde sadece kısa bir şekilde
yer almaktadır. Bunlar arasında uykuda olan ticaret maddesi anlayışı,
Madde IV’teki eşit ayrıcalıklar
ve bağışıklıklar maddesi, eyalet eylemi doktrini, dava ehliyeti ve görev
ve yetki meselesi yer almaktadır. Amerika
Birleşik Devletleri’nde demokratik gerileme
yaşanırken önemi gitgide artan oy verme hakları konusunu derslerime daha fazla
dahil etmeye başladım. Ancak oy verme hakları oldukça karmaşık bir konudur ve
tıpkı Birinci Değişiklik gibi birkaç derste ele alınması güçtür. Dahası, seçim
hukuku veya demokrasi hukuku üzerine verilen müstakil derslerde de
işlenmektedir.
Zamanın kısıtlı olması kanonu
şekillendiriyorsa, anayasa hukuku vaka kitapları da bunu yapmaktadır. Az sayıda
profesör kendi materyalini yaratmaktadır. Ancak bu çetin
bir iş ve dolayısıyla pek çok
profesör verdikleri
materyallerin çoğunu vaka kitaplarından temin etmektedir. Aynı zamanda, vaka
kitabı yayıncıları, bu tür kitapların fiyatı arttıkça daha az materyal içeren
daha kısa vaka kitapları için sürekli olarak bastırmaktadırlar. Zamanla, giriş derslerinde
yer verilen konular daralmıştır. Anayasal ceza prosedürü on yıllar önce artık
standart kanondan çıkarıldı. Oy verme hakları ve Birinci Değişiklik genellikle
ileri düzey derslerde ele alınıyor. (Birinci Değişiklik üzerine dört kredilik
ayrı bir ders veriyorum). Usuli due
process, dava ehliyeti ve görev/yetki
meselesi İdare Hukuku ve Federal Mahkemeler derslerinde ele
alınmaktadır. Adil Tazminat Maddesi, Mülkiyet
ve Taşınmaz Kullanımı Hukukunda ele alınmaktadır.
Anayasa hukukuna giriş
dersimi ikinci ve üçüncü sınıf öğrencilerine verdiğim Birinci Değişiklik dersi
ile karşılaştırmak yararlı olabilir. Birinci Değişiklik dersim, ifade, basın,
din, örgütlenme ve hatta dilekçe verme özgürlükleri ile
ilgili birçok farklı konuyu içeren kapsamlı bir derstir. Derste bol miktarda
teori var, çünkü ben tam olarak teori insanıyım, ancak mümkün olduğunca çok
farklı öğreti alanını da ele almaya çalışıyorum ve işlenecek çok fazla öğreti
mevcut.
Anayasa Hukukuna giriş dersi
ise epey farklılık arz ediyor. Daha az sayıda kanonik davaya odaklanıyorum. Bundaki
hedefim, esas olarak On
Dördüncü Değişiklik, federalizm, kuvvetler ayrılığı ve yargısal denetim
etrafında düzenlenen kilit fikir ve kavramlara genel bir giriş yapmak. Bir
giriş dersi nispeten az sayıda kanonik dava üzerine daha fazla vakit
ayırabilir. Bu davalar her zaman güncelliğini koruyan davalardır çünkü
günümüzdeki bazı politik veya anayasal tartışmalarla ilgili oldukları sıklıkla
görülmektedir.
En güncel davaları ele almak
ile anayasa hukukunun klasik meselelerini ele almak arasında her zaman için bir
gerilim söz konusudur. Fakat tarihsel yaklaşımın işe yaramasının bir nedeni de
tam olarak budur. Bu yaklaşım, çağdaş tartışmaları daha önce yaşananların
ışığında çerçevelendirir. Çoğu öğrenci hiçbir zaman anayasa hukuku alanında
çalışmayacaktır. Ancak Amerikan anayasal demokrasisini anlamaları ve bunu
anlamak için de Amerikan anayasal gelişimini anlamaları ve tarihsel düşünmeyi
öğrenmeleri gerekir.
III. Metin ile Başlamak
Anayasa hukukunu nasıl
öğrettiğimi açıklamak için muhtemelen en iyi yöntem tipik bir dönemlik
dersi tasvir etmek olacaktır.
Normalde öğrencilerimden Anayasa metnini okumalarını istemekle başlıyorum ve
onlarla birlikte metnin üstünden geçerek yapısına dair özet bir bakış açısı
kazandırıyorum. Metne odaklanmak, anayasal yorumla ilgili sorgulamaları
başlatmanın çok daha ötesinde bir şey de yapar.
Aynı zamanda ders boyunca tekrar edecek olan anayasal tasarım sorularını da
beraberinde getirir.
Ardından öğrencilere metin
üzerinde çalışmalarını ve farklı argüman modellerini kullanmalarını gerektiren
bir hukuki sorunsal veriyorum. Bu sorunsal
her sene değişiyor. Örneğin, bir yıl onlara Columbia
Bölgesi’nin bir eyalet haline gelmesinin 23. Değişiklik ile
tutarlılık gösterip göstermediğini ve Seçmenler Kurulu’nun
[Electoral College]
etrafından dolanmayı amaçlayan Ulusal Halk Oylaması Girişimi’ni
sormuştum.
Son yıllarda öğrencilerimden,
Başkan Thomas Jefferson’ın başlangıçta anayasaya
aykırı olduğunu düşünse de yine de gerçekleştirdiği Louisiana’nın
Satın Alımı’nın anayasaya
uygunluğunu tartışmalarını istemiştim. Louisiana’nın
Satın Alımı derse başlamak için iyi bir zemin oluşturuyor çünkü bu anayasal bir
sorunun mahkemeler tarafından değil de politik organlar tarafından tartışılıp
çözüme kavuşturulmasını konu ediniyor. Ayrıca öğrencilere Başkan’ın
ulusal güvenlik uğruna anayasal dayanaklarının şüphe götürür
olduğuna inandığı bir işlemi
gerçekleştirmesinin doğru olup olmadığını soruyorum.
Metinden ve bir mahkeme
kararıyla çözüme kavuşturulmamış bir anayasal sorunsal ile başlamak,
Anayasa’nın Yüksek Mahkeme’nin
söylediğinden daha fazlası olduğunu, yargıçların Anayasa’yı
yorumlayan kişi gruplarından yalnızca biri olduğunu
ve herhangi birinin Anayasa metnini okuyarak ve standart argüman biçimlerini
kullanarak Anayasa hakkında muhakeme yürütmesinin mümkün olduğunu daha en
baştan açıklığa kavuşturmaya yardımcı olur. Pek çok öğrenci hukuk fakültesine
Yüksek Mahkeme’nin Anayasa'nın merkezinde ve
en üstün açıklayıcısı olduğu şeklinde muğlak bir yargısal üstünlük fikriyle
girmektedir. Bu varsayıma erkenden meydan okumak önemlidir. Mahkemelerin
dışında da anayasal yorumun olduğu, mahkemelerin (ve bilhassa da Yüksek Mahkeme’nin)
Anayasayı her zaman için doğru anlamadığı ve yargıçların en üstün yorumcular
olmayıp daha geniş bir anayasal sistemdeki aktörlerden yalnızca bir kısmını
teşkil ettiği gibi temalar ders boyunca işlenmeye devam edecektir. Neyse ki,
vaka kitabımız, mahkemeler dışındaki kişi ve kurumların anayasal yorumlarını
hatırı sayılır ölçüde içermekte ve bu temaların pekiştirilmesine katkıda
bulunmaktadır.
Daha sonra bütün bir
dersi McCulloch v. Maryland davasına
ayırıyorum.[4] McCulloch’taki
hukuki meselelerin birçoğu Louisiana’nın Satın
Alımı davasında zaten mevcuttu - Anayasa tarafından
verilen federal yetkinin doğru kapsamı,
Birliğin mahiyeti ve Birliğin mahiyetinden hareketle Anayasayı ne derece geniş
ya da dar yorumlamamız gerektiği gibi. McCulloch'u
öğretirken, bugün hâlâ bunun sağlam bir hukuk metni olduğunu ve hatta kurucu nitelik taşıdığını, lâkin onu okuyor olmamızın tek
nedeninin bu olmadığını açıklıyorum. Ayrıca öğrencilere Yüksek Mahkeme Başkanı
Marshall’ın kullandığı farklı argüman
türlerini göstermek, bu standart argüman yöntemlerini tanımlayıp kendilerinin
de nasıl kullanabileceklerini öğretmek için de kullanıyorum. Dolayısıyla, ilk
birkaç derste, standart hukuki argüman biçimlerini ve bunlarda nasıl uzmanlaşılacağını
öğretiyorum. Diğer bir ifadeyle, dersime anayasal retorik çalışmasıyla
başlıyorum. Yakında ise odak noktamı anayasal
gelişmelerin tarihine doğru kaydırmış olacağım.
Öğretilerin listesini görmek isteyen bir öğrenci, ne yaptığınızı dikkatlice
açıklamadığınız takdirde, sınıftan, bu
materyal karşısında büyük olasılıkla kafası karışmış ve endişeli bir şekilde
çıkacaktır. İlk dönem Anayasa Hukuku dersi, bir hukuk profesörünün, önceki
kuşaklardan hukuk profesörlerinin yaptığı gibi “topu
taca atacağı” bir yer değildir.
IV. Marbury ve Rejim Kuramı
McCulloch'u
müteakip, Marbury v. Madison davasına
dönüş yapıyorum.[5]
Her ne kadar Marbury'nin
gerçek akıl yürütmesi belki de davayla ilgili en az önemli şey olsa da Başkan
Marshall’ın anayasal bir
ihtilaf yaratmak üzere hem 1789 tarihli Federal
Yargı
Yasası’nı hem de Madde
III’ü
yorumlarken nasıl tartışmalı tercihler yaptığını, daha sonra da bu ihtilafı
Yasa’nın bir kısmını iptal ederek
çözdüğünü göstermek için bu davanın üzerinde duruyorum.
Bu analiz, Marshall'ın neden
bu şekilde hareket ettiğine dair bilindik soruya yol açmaktadır. Dersimde, bu
soru anayasal rejimler fikrinin takdim edilmesine yardımcı olmaktadır. Amerikan
politik tarihi ve dolayısıyla Amerikan anayasal gelişimi bir dizi rejim hâlinde
yapılandırılmıştır. Her rejimde, tüm seçimleri kazanmasa dahi, genellikle
belirli bir dönemde politik olarak neyin mümkün olduğuna dair gündemi
belirleyen ve nihayetinde federal yargıya yapılan atamalara hâkim
olan baskın bir parti bulunur. Dolayısıyla her bir rejimdeki öğretisel gelişim,
rejimin menfaat ve ideoloji taahhütlerini yansıtma eğilimi gösterir. Amerikan
anayasal gelişiminin bu özelliği, parti sistemini Anayasa’nın
zaman içinde nasıl yorumlandığı hususunda oldukça önemli hale getirmektedir.
Marbury v. Madison davası,
Federalist Parti tarafından yönetilen eski bir rejimin yerini yeni bir rejime
ve yeni bir baskın parti olan Jeffersoncı Cumhuriyetçilere bıraktığı sıralarda
meydana gelmiştir. 1800 yılındaki seçimleri kaybettikten sonra Federalistler
anayasal değerlerini korumak için mahkemeleri toptan doldurmaya
çalıştılar; muzaffer Jeffersoncılar ise Federalistler tarafından oluşturulan
federal bölge mahkemelerini ortadan kaldırma yoluna gittiler ve
Yüksek Mahkeme’nin kendi işlemlerini
anayasaya aykırı
bulma ihtimaline karşı bir uyarı atışı olarak Yüksek Mahkeme’nin
1802 yargı yılını tamamen iptal ettiler. Marbury ve
daha da belirleyici olan Stuart v. Laird [6] kararları,
Marshall ve diğer Federalist ataması meslektaşlarının
yeni rejime nasıl uyum sağladıklarını göstermektedir. Yani, Marbury’nin
(ve Stuart'ın)
öyküsü, sıklıkla öğretildiği gibi, yargı erkinin Anayasa’yı
yorumlama gücünün güçlü bir sembolü değil, değişen gerçeklere boyun eğişinin
bir öyküsüdür.
Siyaset bilimcilerin sıklıkla
yaptığı gibi ben de
her rejimin politika ve gündemlerinin kendi içindeki yargısal denetim
uygulamalarını şekillendirdiğini ve siyasetçilerin yargısal denetimi kendi
amaçlarına hizmet edecek şekilde yeniden yapılandırdığını vurguluyorum. Erken
Cumhuriyet döneminde yargı denetimi görece zayıftı ve anayasal ihtilafların
birçoğu politik organlar tarafından karara bağlanıyordu; günümüzde ise yargı
denetimi, Amerikan siyasetinin
son derece sağlam ve ayrılmaz bir parçasıdır;
dolayısıyla politikacılar aynı anda hem işi
yargının vereceği hükme havale etmekte hem de
mahkemeleri siyasi kampanyalarında bir koz olarak kullanmaktadır. Öğrencilere
yargı denetiminin genişlemesinin tesadüfi
bir olay olmadığını ya da basitçe yargıçların
güttükleri kıyımın bir
neticesi sayılamayacağını anlatıyorum.
Söz konusu olgu, nesillerdir politikacıların
yargı erkini kendi amaçlarına hizmet edecek şekilde inşa etmelerinin bir
ürünüdür. Bu da politikacıların kaybetseler bile neden yargı denetimine saygı
duyduklarını ve yargı denetiminin onlara ne gibi kazançlar sağladığını tartışmaya
açar. Yargı denetimini müstakil bir kurum olarak değil de daha geniş bir
politik sistemin parçası olarak ele almak, günümüzde uygulanan şekliyle yargı
denetiminin artı ve eksilerini daha sağlıklı bir şekilde tartışmayı mümkün
kılmaktadır.
Buradan bakıldığında, Amerika
Birleşik Devletleri’nde politikanın çeşitli
anayasal rejimler içerisinde düzenlendiğine işaret etmekteyim: Federalist
(1789-1800), Jeffersoncı (1801-1828), Jacksoncı (1829-1860), Cumhuriyetçi
(1861-1932), Yeni Düzen/ Sivil Haklar (1933-1980) ve
(1981’den günümüze) Reagancı.
Yaklaşık son on yıldır Reagan Rejimi’nin artık
sonuna gelindiğine ya da en azından nihayetinin eşiğinde olduğuna
dikkat
çekiyorum. Hiçbir büyük siyasi partinin henüz daha önceki hâkim
partilerin yaptığı gibi siyasetin gündemi üzerinde hakimiyet kuramadığı
huzursuz bir fetret döneminden
geçiyoruz. Görünüşe göre yeni bir rejimin eşiğindeyiz ve bunun neye benzeyeceği
henüz belirsizliğini koruyor.
V. İç Savaş Öncesi Dönem ve Kölelik
Marbury’nin
ardından, Gibbons v. Ogden[7] davasını
ticaret yetkisi, federal hukukun üstünlüğü ve
uyuyan
ticaret maddesi ile ilgili temel teorileri tanıtmak üzere kullanıyorum. John Marshall’ın
meşhur ifadesiyle “birden
fazla eyaleti ilgilendiren ticaret”[8] fikrini
eyaletler arasındaki zincirleme etkiler ve toplu
eylemlilik
sorunları açısından anlamamız gerektiğini açıklıyorum. Sadece ticaret
maddesinin değil, 1787 Anayasası’ndaki
federal yetkilerin neredeyse tamamının bu şekilde anlaşılabileceğine işaret
ediyorum.[9]
Bir sonraki dersi kölelik
konusuna ayırıyorum. Buradaki kilit davalar Prigg
v. Pennsylvania[10] ve Dred
Scott v. Sandford’dır.[11]
Anayasa hukukuna giriş dersinde köleliğin anayasa
hukukunu öğretmek
için pek çok sebep bulunmaktadır. Hedeflerden biri, öğrencilerin ciddi anlamda
adaletsiz bir sistem bağlamında hukuki muhakeme ve bir hukukçu
gibi düşünmenin ne anlama geldiği üzerine
düşünmelerini sağlamaktır. Üstelik, siz sistemin ciddi şekilde adaletsiz
olduğunun farkında olsanız bile, birlikte yaşadığınız diğer insanlar bunun son
derece iyi olduğunu düşünebilir; hatta herhangi bir adaletsizliğin bunun tam
aksi yönünde olduğuna, yani sizin önerdiğiniz reformların sistemi daha da
adaletsiz hale
getireceğine inanabilirler. Bu nedenle, köleliği savunan Güneyliler sıklıkla
sistemin adil hale gelmesi için köle
sahiplerinin daha az yerine daha fazla korunması
gerektiğini iddia etmişlerdir. Kölelik hukukunu hukuk olarak incelemek,
öğrencilerin bir hukukçu olarak neyin adil olduğuna dair sahip oldukları
derinlikli görüşleri ne ölçüde bir kenara bırakmaları gerektiğini ya da tam
tersine, adaletin hukukun bürokratik söylemine ne ölçüde müdahale etmesi
gerektiğini sorgulamalarını gerektirir. Bu da onlardan,
hukuki muhakemeye gösterilmekte olan katılımın
ciddi adaletsizlikleri nasıl
örtbas edebileceğini veya meşrulaştırabileceğini düşünmelerini talep etmektir.
Dred Scott,
başlı başına bir seminer konusu olabilecek sayısız ilginç özelliklere sahiptir.
Ben iki yönüne odaklanmaya meyilliyim. Birincisi, ülkenin kime ait olduğu ve
dolayısıyla kimin gerçekten Birleşik Devletler Halkı olarak Biz’in bir
parçası olduğu tartışmasıdır ki bu mesele Amerikan tarihi boyunca defalarca
gündeme gelmiştir. Taney, Amerika'nın beyazlar tarafından kurulan ve içine
bu kimselerin yerleştiği bir beyaz insanlar
cumhuriyeti olduğunu savunmuştur. Öğrencilere Taney’nin
görüşünde tasviri
itibariyle ne ölçüde haklılık payı
olduğunu ve eğer bunda haklıysa Anayasa’yı
yorumlarken bunu mantıken neyin izlemesi gerektiğini
soruyorum.
Davanın üzerinde durduğum
ikinci yönü Taney’nin
yorumlayıcı yaklaşımıdır. O, Anayasa'yı Kurucuların anlayış
ve beklentilerine göre yorumlamamız gerektiğini ve çağın “kamuoyu
veya hissiyatındaki
değişim[lerin]” mahkemeyi “Anayasa’nın
lafzına, belgenin çerçevelendiği
ve kabul edildiği zaman taşıması amaçlanandan daha liberal bir yapı
kazandırmaya sevk etmemesi gerektiğini”
savunmaktadır.[12]
Günümüzde otoriteyi tarihe dayandıran pek çok
yargıç gibi Taney’nin tarih
anlatısı da önemli
ölçüde yanlıştır ve geçmişi kendisinin o günkü değerleri ve
kendisini görevlendiren siyasi koalisyonun değerlerine uygun olarak
okumaktadır.
Taney’nin
yorumlayıcı yaklaşımını Frederick Douglass’'ın
1860 tarihli Glasgow nutku ile olan
tezatını ortaya koyuyorum.[13]
Douglass burada İç Savaş öncesindeki Anayasa’nın
kölelik yanlısı değil, tam aksine kölelik karşıtı olduğunu
savlamakta ve Kurucuların niyetlerinin
önemli olmadığını ve esas önemli olanın metnin kendisi olduğunu ileri
sürmektedir. Dahası, metnin birden fazla yoruma açık olduğu
durumlarda, metni adil olanı destekleyip adaletsiz olandan kaçınacak şekilde
okumalıyız. Öğrencilere bugünün yargıçlarının -özellikle de aynı fikirde
olmadıkları yargıçların- Douglass’ın yorum
yaklaşımını benimsemelerini isteyip istemeyeceklerini ve bunun sınırlarının
neler olduğunu soruyorum.
Bir sonraki ders, İç Savaş’taki
anayasal meselelerle ilgilidir. Bunlar savaşın yürütülmesiyle ilgili
olduğundan, dersin bu noktasında tarihsel çerçeveden saparak modern savaş
yetkileri içtihadını öğretiyorum. Buradaki
kilit dava, Kore Savaşı’ndan dolayı ortaya çıkan Youngstown Steel Sheet &
Tube Co. v. Sawyer[14]
davasıdır. Yargıç Jackson’ın ünlü mutabık görüşü,
öğrencilerin kuvvetler ayrılığı meselelerini analiz etmeleri için harika bir
yol sunuyor. Elimde Youngstown
dururken, Ganimet Davaları’na[15],
Lincoln’ün 1861 yazına kadar Kongre’yi
tekrar toplantıya çağırmayı reddetmesine, habeas corpus güvencelerini askıya
almasına, Ex
Parte Merryman’e[16]
ve Özgürlük Bildirgesi’nin anayasaya uygunluğuna
geri dönüyorum. Bu malzemeler öğrencilerin acil durumlar
(ya da acil durumda olunduğu iddiaları) sırasında yürütme
organına ne kadar yetki verilmesi gerektiği ile cebelleşmelerini
gerektirmektedir. Öğrencilerden Lincoln’'ün
başkanlık yetkilerine ilişkin görüşleri ile Richard Nixon’ın
Başkan’ın hukuki bir sorumluluk
olmaksızın ulusal çıkarlar doğrultusunda hareket etme yetkisine sahip olması
gerektiğine inanan görüşleri arasındaki farkı açıklamalarını istiyorum. Zaman
kalırsa, Başkan Ulysses S. Grant’in yeni
Cumhuriyetçi atamalarının bir sonucu olarak Mahkeme’nin
kağıt paranın anayasaya
uygunluğu konusunda çark ettiği Resmi Para Birimi
Davaları’nı[17]
da ele alıyorum. Bu davalar gerçekten ilgi çekicidir ve günümüzde büyük ölçüde
unutulmuşlardır. Keşke bunları öğretmek için her zaman vaktim olabilseydi ama
bazı yıllar buna fırsatım olmuyor.
VI. Yeniden Yapılandırma ve Verilen Tepki
Bir sonraki derste Yeniden
Yapılandırma Değişikliklerinin, özellikle de On Dördüncü Değişikliğin kabul
ediliş tarihçesine derinlemesine bir dalış yapıyorum.
Sadece 1. ve 5. bölümleri değil, değişikliğin tamamını inceleyerek öğrencilere
muzaffer Cumhuriyetçilerin, Mark Graber’in
sözleriyle, ihaneti cezalandırıp
sadakati ödüllendirecek başarılı bir siyasal rejimi nasıl inşa etmeye
çalıştıklarını gösteriyoruz.[18]
Ayrıca On Dördüncü Değişikliğin karmaşık kökenlerini
de anlatıyoruz: Güneyli temsilciler bu dönemde Kongre’den
dışlanmış (her iki Mecliste de anayasa değişikliği için aranan çoğunluğu elde
etmek için bunun gerekli olduğu ortaya çıkmıştır)
ve Güney eyaletlerinin değişikliği onaylayana kadar Kongre’ye
dönmelerine müsaade edilmemiştir.
On Dördüncü Değişiklik dersin
geri kalanı için merkezi bir konumu
haiz olduğundan, öğrencilerin
bu değişikliğin kökenlerini, onu ortaya çıkaran ideolojiyi ve orijinal
tasarım ve
gayelerini anlamaları
son derece önemlidir. Müteakip iki ders, bu fikirlerin bir dizi kanon haline
gelmiş davada nasıl dönüştürüldüğünü ve bazı davalarda nasıl çarpıtıldığını
ya da terk edildiğini göstermektedir: The
Slaughterhouse Cases [Mezbaha Davaları],[19] Bradwell
v. Illinois,[20] Minor
v. Happersett,[21] Strauder
v. West Virginia,[22],
Sivil Haklar Davaları,[23]
ve Plessy
v. Ferguson.[24]
Bu serideki amaçlarımdan
biri, öğrencilerin Yeniden Yapılandırma döneminde ortaya çıkan ve medeni,
siyasi ve toplumsal eşitliği
birbirinden ayıran üç katmanlı vatandaşlık modelini ve bu sistemin siyahilere
ve kadınlara beyazlardan ve erkeklerden daha az hak verilmesini nasıl gerekçelendirip
meşrulaştırdığını
anlamalarını sağlamaktır. Bugün öğrenciler söz konusu
sistemin adaletsiz ve eşitsiz
olduğunu kabul etmekteler. Ancak on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ana
akım hukuk seçkinleri bunun anayasal eşitlik olduğunu düşünüyorlar
idi.
Bu, dersin ana temalarından birini örneklendirmektedir: eşitlik hukuku aynı
zamanda eşitsizlik hukukudur.[25]
Eşitliği koruyup güvence altına alan hukuk, aynı zamanda eşitsizliği de koruyup
güvence altına almaktadır. Toplumsal güçler tarafından üretildiği şekliyle
eşitlik hukuku, hukukun eşitlik sorunu olarak tanıyacağı şey ile eşitlik sorunu
olarak görmeyeceği şey arasında bir ayrım yaratır. Benzeri sebeplerden ötürü,
anayasal özgürlük hukuku aynı zamanda özgürlüğün reddedileceği
yeri meşrulaştıran ve mahkemelerin neyi özgürlük sorunu
olarak göreceğinin sınırlarını tayin eden bir hukuktur. Kısacası, hukuk,
hukukun gözünde neyin özgürlük veya eşitlik olduğunu ilan
eden bir hudut noktasını oluşturur. Her zaman
hukukun arda kalanı vardır. Bu, on dokuzuncu
yüzyıl öğretileri için olduğu kadar çağdaş
anayasal öğretiler için de geçerlidir.
Dersin ilerleyen aşamalarında
anayasal eşitlik konusunda modern öğretileri gösterirken,
yargıçlar tarafından yaratılmış olan
uygulamaya yönelik
kurallara odaklanıyorum - örneğin, niyet standardı,
ispat yükleri, denetleme düzeyleri, hukukun sınıflandırmaya odaklanışı,
cinsiyet ayrımcılığı ile hamilelik ayrımcılığı arasındaki ayrım, vb. Uygulamaya
yönelik bu kurallar, soyut anayasal
eşitlik güvencesinin pratikteki kapsamını ve etkisini belirler. Çoğunlukla,
1970’ler ve 1980'lerde
İkinci Yeniden Yapılandırmaya yönelik başlatılan karşı hareketliliğin
ürünüdürler. On dokuzuncu yüzyılda olduğu gibi, uygulamaya yönelik
bu
öğretiler, on dokuzuncu yüzyıldaki
medeni, siyasi ve toplumsal eşitlik
ayrımlarından farklı araçlarla da olsa, eşitsizliğin muhafaza edilmesine
yardımcı olmaktadır.[26]
Plessy v. Ferguson inanılmaz
derecede zengin bir davadır. Yargıç Brown, hukukun toplumu etkileme
kabiliyetine ilişkin bir dizi şüpheci iddia üzerinden ayrımcılığın
sürdürülmesini haklı çıkarmaktadır. Brown, hukukun “ırksal
içgüdüleri ortadan kaldırmak ya da fiziksel farklılıklara dayalı ayrımları
lağvetmek konusunda aciz olduğunu” iddia
eder.[27]
Aynı zamanda, Homer Plessy’nin
başka eyaletlerde hukuken beyaz sayılacak olmasına
rağmen Louisiana’da hukuken siyah sayılmış
olduğunu
da kabul eder. Yargıç Brown
eşitlik ve toplumsal anlamı hakkında da ilginç iddialar öne sürmektedir. Brown,
“iki ırkın zorla birbirinden
ayrılmasının siyah ırka aşağılayıcı bir damga vurduğunu”,
inkâr etmekte,
“şayet böyle bir şey varsa
bile, bu yasada mevcut olan herhangi bir şeyden dolayı
değil, yalnızca beyaz olmayan ırkın bu
şekilde yorumlamayı tercih etmesinden dolayıdır.”[28]
Bu ifadeleri hukuk, toplumsal anlam ve toplumsal yapı arasındaki ilişki,
hukukun etrafındaki toplumsal dünyayı ne kadar değiştirebileceği, ırkın hukuki tefsiri
ve Anayasa’nın
yorumlanmasında toplumsal anlamın rolü üzerine daha geniş bir tartışmayı
harekete geçirmek için kullanıyorum. Gerçekten de Strauder’den Plessy’e olan yolda,
bugün eşitlik hukukunu öğretmek için gereken teorik araçların çoğuna sahibiz.
Yeniden Yapılandırma dönemi
sonrasına ilişkin ele aldığımız son dava, 1903 tarihli Giles
v. Harris[29]
davasıdır ve burada Mahkeme, Güney’i kasıp
kavuran ve 1965 tarihli Oy Hakkı Yasası gelene
kadar On Beşinci Değişikliği fiilen hükümsüz kılacak olan Siyahların
haklarından mahrum bırakılması olgusunu
görmezden gelmiştir. Mahkeme’nin Giles davasında
ne yapması gerektiğini sormak suretiyle, öğrenciler yargısal cesaret,
mahkemelerin politik organların desteği
olmadan neyi yapıp yapamayacağı ve Yüksek Mahkeme’nin
özgürlük ve eşitlik konusunda kendisini kuşatan politik dünyadan daha korumacı olması
mı olmaması mı daha olası gibi sorulara odaklanırlar.
Dersin bu noktasında
öğrenciler, yirminci yüzyılın başında Yüksek Mahkeme’nin
Yeniden Yapılandırma Değişikliklerinin vaatlerini nasıl körelttiğini ve bazı
açılardan onları nasıl tersine çevirdiğini görmüş olacaklardır. Örneğin,
Mahkeme Ayrıcalıklar veya Bağışıklıklar Maddesini fiilen ortadan kaldırmış,
Haklar Bildirgesi’nin Eyaletlere uygulanmasını
reddetmiş ve Jim Crow yasalarına ve Siyahların haklarından mahrum edilişine
onay vermiştir. Mahkeme’nin
yorumlama faaliyeti neticesinde
ise, On Dördüncü Değişiklik’in
özgürlük ve eşitlik korumalarından en çok istifade edenler Siyahlar değil,
şirketler oldu.
VII. Lochner ve Yeni Düzen uzlaşması
Bu kısım,
Yaldızlı Çağ’ın [Gilded Age, ç.n.] sonları
ve İlerici Dönem’in
başlarında maddi due process ve
ekonomik özgürlüğün gelişimine doğal bir geçiş imkânı
sağlamaktadır. Amacım, öğrencilerin kolluk yetkileri
içtihadının [eyaletlerin kamusal
çıkarı korumak amacıyla düzenleme yapma yetkisi, ç.n.] nasıl işlediğini,
yirminci yüzyılın başlarında avukatlar ve yargıçlar için bunun neden anlamlı
olduğunu ve çalışma koşullarını iyileştirmek ya da toplumdaki farklı gruplar
arasında gücü veya geliri yeniden dağıtmak için tasarlanan yasaları nasıl gayri
meşru hale getirdiğini anlamalarını sağlamaktır. Tartışmayı Lochner
v. New York[30]
ve Coppage v. Kansas[31]
etrafında düzenleyerek, hikayeyi Nebbia
v. New York[32]
ve West Coast
Hotel v. Parrish’teki kolluk yetkileri
içtihadının düşüşüne[33]
ve Williamson v. Lee Optical[34]
ve Ferguson v. Skrupa’daki[35]
ekonomik due process'in modern
öğretilerine kadar götürüyorum.
United States v. Carolene
Products Co.[36] davası
ve onun meşhur dördüncü dipnotuna bütün bir dersimi ayırıyorum.
Yeni Düzenin sonucu olarak, yargısal
denetimin temel gerekçesi demokrasiyi korumaya kayar. Öğrencilere bunun
özellikle son yarım yüzyıl ve Rehnquist ile Roberts Mahkemelerinin faaliyeti
ışığında gerçekçi bir gerekçe
olup olmadığını soruyorum. Örneğin, oy verme hakları ve
kampanya finansmanı konularını içeren davalarda, çağdaş Yüksek Mahkeme
demokrasiyi korumak veya yolsuzluk ve kendi kendini tahkim eden davranışları
önlemekle büyük ölçüde ilgilenmiyor gibi gözüküyor. Bu da Carolene
Products’ın demokrasiyi koruma
modelinin bugün hâlâ
bir anlamı olup olmadığının tartışılmasına yol açmaktadır. Söz konusu model,
yargıçların demokrasinin neyi gerektirdiği konusunda güçlü bir fikir ayrılığına
düştüğü yüksek kutuplaşma dönemlerinde yargısal denetim için bir gerekçe olarak
işe yaramayabilir. Ayrıca yargıçlar, temel
amaçlarının, örneğin orijinal anlamın icra edilmesi, mülkiyet
haklarının korunması ve geleneksel değerlerin savunulmasının aksine, demokrasinin
korunması olduğuna inanmadıklarında da işe yaramayabilir.
Sonraki dersler Yeni Düzen
ve Yeni Düzen uzlaşması üzerine anayasal
mücadeleye geri dönmektedir. Önceki derslerde due
process öğretilerinde yaşanan
devrimi tartıştıktan sonra, bu derste haklardan ziyade yetkilere, özellikle de
Mahkeme’nin ticaret, vergilendirme ve
bütçe harcaması
yetkileri hukukunda yaptığı dönüşüme odaklanılıyor. Yeni Düzen
dönüşümü, pek çok alandaki öğretinin oldukça
kısa bir süre içinde, ki bu süre sıklıkla on yıldan azdır, önemli ölçüde
değiştiği en ünlü anayasal devrim örneğidir. Roberts Mahkemesi bugünlerde muhafazakâr
hukuk hareketinin uzun süredir devam edegelen gündemlerini
yansıtan böyle bir anayasal devrimle iştigal etmektedir. Bruce Ackerman’ın
anayasal anlar teorisi ile Sandy Levinson ve bana
ait partizan saflarda
hizalanma teorisini karşı
karşıya getirerek eğer
böyle bir şey varsa, bu tür
devrimleri neyin gerekçelendirdiği hakkında konuşuyoruz.[37]
Modern davalara girdikçe ve Roberts Mahkemesi'nin
çalışmalarını tartıştıkça bu sorulara geri dönüş yapıyorum.
Roosevelt'in
1937 Anayasa Günü Söylevi’ni ve aslında orijinalizmin
liberal veya ilerici bir versiyonu olan anayasal yorum teorisini okuyoruz.
Ayrıca Roosevelt’in Court
Packing planını ve Mart 1937’deki
ünlü Şömine Başı Sohbeti’nde
bunu savunmasını tartışıyoruz. Öğrencilere, bugün kesinlikle aynı fikirde
olmadıkları ya da kontrolden çıktığını düşündükleri bir Yüksek Mahkemeyi
dizginlemek için court-packing
ya da diğer araçları destekleyip desteklemeyeceklerini
soruyorum.
Bu noktada, dersin yaklaşık
yarısını tamamlamış ve modern döneme geçiş yapmış oluyoruz. Dersin düzeni
değişerek tarihsel olmaktan ziyade konular etrafında düzenlenen bir
hal alıyor. Bu geçiş, Sivil Haklar
dönemi üzerine iki derste gerçekleşiyor. Warren Mahkemesi’nin
1964 tarihli Sivil Haklar
Yasası ve 1965 tarihli Oy Hakkı Yasası’nın
anayasaya uygunluğunu onaylayan kararlarını
okuyoruz. Daha sonra bu kararları Roberts Mahkemesi’nin
Shelby County v. Holder[38]
ve sonraki davalarda Oy Hakkı Yasası'nı
sekteye uğratması ile karşılaştırıyoruz.
VIII. Modern Öğreti
Geri kalan dersler konulara
göre düzenlenmiştir. İlk olarak, modern ticaret maddesi öğretisi,
modern vergilendirme ve bütçe harcaması
maddesi öğretisi ile
modern başkanlık yetkileri ve dokunulmazlıkları hukuku üzerine dersler
gelmektedir. Daha sonra Brown v. Board
of Education’a[39]
hasredilmiş bir ders, ardından modern ırk eşitliği hukuku üzerine iki ders,
modern cinsiyet eşitliği hukuku üzerine bir ders ve cinsel özerklik, kürtaj ve
cinsel yönelim hukuku üzerine üç ders gelmektedir. Tek bir oturumda,
üzerinden ayrımcılığın gerçekleşebileceği diğer
sınıflandırmaları ve
Mahkeme'nin 1970’lerden bu yana neden yeni bir
sınıflandırmaya gitmediğini tartışıyorum. Ayrıca Eşit
Koruma Maddesi altında zımnen tanınan temel hakların yanı sıra Yüksek Mahkeme’nin
eğitim hakkı gibi sosyal refah haklarını tanımayı
reddetmesini de tartışıyorum. (Bu durumu, sosyal refah
haklarının anayasal korumasının halen geçerli ve iyi durumda olduğu eyaletlerin
anayasa hukuku ile karşılaştırıyorum.)[40]
Son ders ise çağdaş İkinci Değişiklik
hukuku üzerine yapılmaktadır.
Dersin ikinci yarısının konular
etrafında düzenlenmiş hâli çoğu Anayasa Hukuku dersine
benzemektedir; burada önemli bir hedef öğrencileri modern öğretiler hususunda
hazır hale getirmektir. Ancak dersin ilk yarısında ortaya atılan teorik
soruları ikinci yarısına katmaya
çalışıyorum. Dersin ilk yarısı öğrencilerin modern öğretileri tarihsel
bağlamları içinde görmelerine yardımcı oluyor. Mahkeme’nin
çalışmaları, zamanın parti sisteminin ve onu çevreleyen siyasetin
mücadelelerini yansıtmaktadır. Anayasal öğretiler
ve düşünme biçimleri daha önce oldukça farklıydı ve muhtemelen gelecekte de
farklı olacaktır.
IX. Anayasa teorisi ve orijinalizm tartışmasını öğretmek
Buraya kadar söylediklerimden
tahmin edebileceğiniz gibi, ders boyunca farklı anayasal yorum
teorilerini tanıtmaya çalışıyorum. Carolene
Products, John Hart Ely'nin süreci
koruma teorisi hakkında konuşmak için iyi bir yoldur; Frederick Douglass’ın
Glasgow Söylevi, Ronald Dworkin’in
Anayasa’nın ahlaki okuması hakkında konuşma
fırsatı sunar. Gibbons, United
States v. Darby[41]
ve Printz v. United States[42]
federalizme dair zıt görüşlerin tartışılmasını kolaylaştırır. Brown
v. Board of Education dersinde,
yaşayan anayasacılık ve orijinalizm yaklaşımlarını tanıtıyorum. Bolling
v. Sharpe[43]
ve Loving v. Virginia[44]
kararlarını da eklemek bu amaca oldukça fayda sağlamaktadır.
Orijinalizmin gelişen pek çok
farklı çeşidi, tarihçesi ve muhafazakâr hukuk hareketiyle bağlantısı üzerine
dersler veriyorum. Kendim de bir orijinalist olarak, öğrencilerin, özellikle de
Yale gibi okullardaki liberal öğrencilerin, orijinalizmin ne olduğunu ve ne
olmadığını, orijinalizmin yekpare bir bütün olmadığını anlamalarının çok önemli
olduğunu düşünüyorum. Fakat bu dersteki diğer her şey gibi orijinalizmi de
tarihsel bir bağlama oturtmalarını istiyorum. Metin, amaç ve yapıyla ilgili
argümanlar başından beri bizimle birlikte olsa
da,
diğer tüm yaklaşımlara gayrimeşru muamelesi yapan kapsamlı bir yorum teorisi
olarak orijinalizm yirminci yüzyılın ürünüdür. Neden
Warren ve erken dönem Burger Mahkemelerinin yaşayan anayasacılık anlayışına
tepki olarak ortaya çıktığını ve
muhafazakârların mahkemeler üzerinde güvenli bir kontrole sahip olmadıkları
zamanlarda bir yargısal kısıtlama teorisiyken,
bu kontrolü haiz olduklarında nasıl
güçlü bir yargısal denetim teorisine dönüştüğünü açıklamaya girişiyorum. Benzer
şekilde, yaşayan anayasacılığın yargı denetimine şüpheyle yaklaşan erken dönem
ilerici versiyonlarının nasıl olup da zamanla hak ve özgürlükleri korumak
amacıyla güçlü yargısal denetim argümanlarına dönüştüğünü açıklıyorum.[45]
Öğrenciler Yeniden
Yapılandırma Değişikliklerinin tarihçesini önceden öğrenmiş olacaklarından,
daha sonra gelen yargıçların -kendini orijinalist olarak adlandıran yargıçlar
da dahil olmak üzere- olumlu eylem, Kongre’nin
Yeniden Yapılandırma Değişikliklerini uygulama yetkisi ve benzeri konulardaki
argümanlarında tarihi doğru anlayıp anlamadıklarına karar vermek için
hazırlıklı olacaklardır. Dersin ikinci
yarısında tekrar tekrar üzerinde durduğum bir tema, Yargıçların argümanlarını
gerekçelendirirken tarihi nasıl kullandıkları (ve kötüye kullandıkları)
mevzusu.[46]
Bazen ihtiyatla, bazen de daha açık bir şekilde, Yargıçların sıklıkla tarihi
çarpıttıklarına ve kendi politik değerlerini bu tarihe okuttuklarına, geçmişten
mutlulukla itaat edebilecekleri bir dizi buyruk yaratıverdiklerine
ve tüm bunları
yaparken de önemli bir değer tercihinde
bulunduklarını inkar ettiklerine işaret ediyorum.
X. İkili Bilinç
Anayasa hukukunu anlamak için
öğrencilerin aynı anda hem dahili hem harici
olan, hem öğretisel
ve hem de politik
veya sosyolojik olmak üzere ikili bir bilince ihtiyaçları bulunmaktadır. Güncel
öğretinin uzmanı
olmalı ve de farklı pozisyonların hem lehinde hem de aleyhinde farklı yerleşimlerden
argümanlar
üretme konusunda kıvrak olmalıdırlar. Aynı zamanda, anayasa hukukunun,
anayasal rejimlerin yükselişi ve düşüşü, atama süreçlerindeki politikalar ve
toplumsal ve politik hareketlerin çalışmaları tarafından şekillendirildiğini de
anlamaları gerekir. Benim görevim sinizmi körüklemek değil. Öğrencilerin
anayasal gelişmeleri öğretisel olduğu
kadar tarihsel olarak da anlamalarına yardımcı olmaktır. Öğrenciler mevcut
kurumlarımıza güvenmeseler bile -ki pek çok öğrenci böyledir-
hukukçu olarak yine de bu kurumlarla çalışmayı
öğrenmek durumunda kalacaklardır.
Dersin çeşitli noktalarında,
okudukları davaların arkasında yatan çeşitli toplumsal ve politik hareketleri
anlatıyorum. Bazen öğrencilerden, vaka defterinin arkasında yer alan Yargıçlar
Tablosu’na bakarak, birbiri ardına
yapılan başkan atamalarının Mahkeme’yi ve verdiği
kararları
nasıl şekillendirdiğini görmelerini istiyorum. Örneğin, Yeni
Düzen devrimini tartışırken ve yine 1970’lerde,
1990’larda ve yirmi birinci
yüzyılda öğretinin neden
sağa kaydığını açıklarken bunu yapıyorum. Sivil Haklar
Devrimi’ne yönelik muhafazakâr karşı
hareketi ve muhafazakâr hukuk hareketinin yükselişini ve bunların modern
anayasa hukukunu nasıl şekillendirdiğini anlatıyorum. Bu tarihçe, parti
sisteminin anayasal gelişmedeki rolünü açıklığa kavuşturmaya yardımcı
olmaktadır. Aynı zamanda anayasal devrimlerin neden o anda gerçekleştiğini
açıklamaya da yardımcı olmaktadır.
Hem dahili hem de harici
bakış açıları anayasa hukukunu öğrenmek için elzemdir ve her biri diğerini
zenginleştirir. Eğer öğrenciler sadece dahili bakış açısına sahip olurlarsa,
anayasal değişimin ardındaki daha derin güçleri anlayamayacaklardır. Bu durumda
ya her gelişmeyi steril bir legalizm ile akla uygun gösterip gerekçelendirmenin ukalaca
yollarını bulan apolojistlere
ya da sistemin akla uygun olmadığına ve Yargıçların
salt bireysel önyargılarını yansıttığına inanan siniklere dönüşeceklerdir.
Bunun aksine, öğrenciler sadece harici bir bakış açısına sahip olurlarsa,
hukukun içeriden nasıl değiştiğini ve geliştiğini anlamayacak, hukukçu
olarak ihtiyaç duyacakları hukuki muhakeme becerilerinde ustalaşamayacak
ve öğretilerin nasıl
geliştirileceği ve mevcut hukuki materyallerden ikna edici bir şekilde nasıl
akıl yürütüleceği konusunda söyleyecek işe yarar hiçbir şeyi olmayan şüpheciler
haline geleceklerdir.
İyi hukukçular hukuku ve onun
gelişimini bu iki bakış açısından da anlarlar. Hukuku şekillendiren toplumsal
ve siyasal güçleri
anladıkları gibi, mevcut hukuki malzemeyi kullanarak
ikna edici argümanları nasıl oluşturacaklarını da bilirler. Bu ikili bilinç
sadece anayasa hukuku için yararlı değildir;
öğrencilerin hukuk eğitimleri boyunca uzmanlaşmaları gereken bir beceridir.
XI. Anayasal devrim sırasında anayasa hukuku öğretmek
Bu da bizi nihayet odadaki
fil meselesine getiriyor: mevcut politik ortamda anayasa hukukunun nasıl
öğretilmesi gerektiği mevzusu. İki olgu
eş zamanlı olarak meydana
gelmektedir. Bunlardan ilki, Yüksek Mahkeme’nin
şu anda muhafazakâr bir anayasal devrimin ortasında
olmasıdır. İkincisi ise Birleşik
Devletlerin demokratik
bir gerileme dönemine sürükleniyor oluşudur. Benim anayasal çürüme olarak
adlandırdığım, politik sistemin giderek daha az demokratik ve daha
az cumhuriyetçi hale
geldiği, yani halk çoğunluklarına cevap
vermeyen, temsil kabiliyetinden yoksun, yozlaşmış ve kamu yararına duyarsız
hale geldiği ileri düzeyde bir illetle muzdaribiz.[47]
Bu iki olgu -anayasal devrim ve anayasal çürüme- çeşitli şekillerde birbiriyle
bağlantılıdır. Ancak bunlar aynı şey değildir ve karıştırılmamaları önemlidir.
İlk olarak, Amerika Birleşik
Devletleri şu anda muhafazakâr bir anayasal devrim yaşamaktadır; yargı öğretileri
aynı anda birçok farklı alanda süratle
değişmektedir: başkanlık yetkisi, oy kullanma hakları, Din Maddeleri, kampanya
finansmanı, üremeye dair haklar,
olumlu eylem ve idare hukuku bunlardan sadece birkaç örnek teşkil etmektedir.
Hiç şüphesiz, anayasal öğreti
çok uzun bir süredir pek çok
farklı alanda daha muhafazakâr hale
gelmiştir. 1969’dan bu yana Cumhuriyetçi
Parti, William Rehnquist’in Mahkeme Başkanlığına
yükselmesini saymazsak, Yüksek Mahkeme atamalarının büyük çoğunluğunu, 19
atamadan 15’ini
gerçekleştirmiştir. Parti evrim geçirdikçe, Cumhuriyetçilerin atadığı
yargıçların her biri, birkaç istisna dışında, giderek daha da muhafazakarlaşmıştır ve anayasal öğreti de
bunu yansıtmaktadır.
Ne var ki, Donald Trump'ın
Yüksek Mahkeme’ye yapmış olduğu
üç atama sonucunda altı
kişilik muhafazakâr bir süper çoğunluk oluşmasıyla öğretisel
değişimin derecesinde bir
ivme yaşanmıştır. Daha önceki Cumhuriyetçi atamaların aksine, yeni muhafazakâr
süper çoğunluğun tüm üyeleri muhafazakâr hukuk hareketinden gelmiştir. Bu
hareketin içerisinden çıktıkları için, genellikle de diğer muhafazakâr
meslektaşlarının ne düşündüğüne daha fazla önem verirler. Dolayısıyla,
hareketten olmayan daha önceki bazı adayların aksine, öngörülebilir gelecekte
oldukça muhafazakâr kalmaya devam etmeleri daha
muhtemeldir.[48]
Eğer görüşleri evrim geçirirse, bunun nedeni muhtemelen muhafazakâr hareketin
görüşlerinin de evrim geçirmiş olmasıdır.
Trump ayrıca, bazıları Yüksek
Mahkeme için gösterdiği adaylardan çok daha radikal olan çok sayıda muhafazakâr
hareket mensubunu da alt derecedeki federal mahkemelere atamıştır. Alt
mahkemeler anayasal devrimlerde önemli rol oynarlar. Yeni hukuki argümanları değerlendirmeye
alırlar ve yeni muhafazakâr
süper çoğunluğun dikkate alması gereken meseleleri belirlerler.
Bu muhafazakâr anayasal
devrim, muhafazakâr hukuk yeteneklerinin geliştirilmesi ve teşvik edilmesi,
hukukun değiştirilmesi için sürdürülecek davaların organize
edilmesi ve genellikle oldukça varlıklı
muhafazakâr bağışçıların ciddi yatırımlarıyla desteklenen ve sivil
toplumda muhafazakâr karşı kurumların oluşturulması ve inşa edilmesi için
yıllarca süren çalışmaların sonucudur.[49]
Bu, anayasal değişim süreçlerinin Yüksek Mahkeme dışında nasıl meydana
geldiğini ve ancak daha sonra federal yargı tarafından tasdiklendiğini
gösteren
önemli bir örnektir.
Bazı liberal hukuk
profesörleri, yeni muhafazakâr çoğunluğun çalışmaları karşısında büyük bir
ümitsizliğe kapılmışlardır. Artık Mahkeme'yi
ciddiye almıyor ve entelektüel dürüstlüğüne inanmıyorlar.[50]
Ne var ki Yüksek Mahkeme'nin
kararlarının dürüstlükten yoksun, yeterince gerekçelendirilmemiş ya da gülünç
bulunmayı hak eden kararlar olduğunun keşfedilmesi yeni bir olgu
değildir. Muhafazakâr hukuk
profesörleri uzun zamandır çürük, gayrimeşru ve hatta hukuksuz olduğuna
inandıkları yargı kararlarına göğüs germek ve tahammül etmek zorunda
kalmışlardır. Eleştirel ırk akademisyenleri, Yüksek Mahkeme’nin
ırksal adaleti ileri götürme hususunda
nadiren ciddiyet gösterdiğini uzun zamandan
beri bilmektedir.
Liberal hukuk profesörleri,
kuşkusuz, genellikle hukuka ve hukuki süreçlere inanan kurumsalcılardır. Belki
de bu nedenle, Amerikan hukuk sistemini simgeleyen en üst kurum olan Yüksek
Mahkeme’ye hak ettiğinden daha fazla
hürmet gösterme eğilimindedirler. Dolayısıyla, hayal aleminden
çıktıkları takdirde, gerçek dünyaya
düşüşleri daha da yüksekten gerçekleşir.
Ayrıca, hem sağda hem de solda yer
alan pek çok hukuk profesörü, doğru bir şekilde yorumlandığında Anayasa'nın
daha özgür, daha adil ve daha eşit bir topluma yol açacağına dair henüz
olgunlaşmamış bir inanca sahiptir. (Her ne kadar pek çok
muhafazakâr için derman olduğu düşünülse dahi) Yakın
geçmişte yaşanan olaylar liberallerin bu inancını baltalamıştır.
Ancak tüm bunlar, yine de
anayasa hukuku öğretmek için tarihsel bir yaklaşım benimsemenin, Anayasa’yı
Anayasa’nın yargısal yorumlarına eş
tutmayan bir yaklaşım benimsemenin daha iyi olmasının bir başka nedenidir.
Kusurlu olduğu kabul edilen anayasal sistemimize herkesin inanması beklenemez veya
buna gerek yoktur.[51]
Ancak eğer Anayasa’ya inanıyorsanız, bu
inancınızı Yargıçlara
yönlendirmemeniz oldukça
mühimdir. Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi, tarihinin büyük bir
bölümünde mülkiyeti, hiyerarşiyi ve
ayrıcalığı savunan muhafazakâr bir kurum olmuştur. İçinde yer aldığı politik
sistemden daha adil veya aydınlanmacı davrandığı nadiren görülmüştür.
Kimi Yargıçlar vasat ya da vasatın
altında kalırken, kimileri de harika hukukçular olmuşlardır. Ancak harika bir
hukukçu olmak adil neticeler için çalışmakla aynı şey
değildir. Yetenekli hukukçular son
derece ideolojik olabilir, politik yandaşlarının çıkarları ve değerlerinin
değirmenine su taşıyabilir ve her türden adaletsizliği ve kötü politikayı haklı
ve akla uygun gösterebilirler. Gerçekten de,
en iyi hukukçular iktidarın kullanılmasını akla uygun
kılma ve meşrulaştırma konusunda
özellikle mahirdirler. (Yargıç Oliver Wendell Holmes Jr. bir keresinde mezar
taşına “Burada iktidarın yumuşak bir aracı yatıyor” yazılması gerektiğini
söylemiştir.[52])
Hukukçuluk becerisi bilgeliği veya tarihsel bakış açısını temin etmediği
gibi ahlaki cesareti de garanti etmez. Demokrasinin ve sivil
özgürlüklerin muhafaza
edilmesine bağlılığı da aynı şekilde garanti
etmez.
Tarihsel bir yaklaşım
öğrencilere daha uzun erimli bir bakış açısı sunar. Hukuk öğrencilerinin,
uygulanmakta olan anayasanın her zaman devinim halinde olduğunu ve her zaman
değişime tâbi olduğunu, ancak en büyük değişikliklerin uzun zaman dilimlerinde
gerçekleştiğini ve anayasal gelişmenin her zaman doğrudan veya dolaylı olarak
daha büyük politik eğilimlere ve hareketlere bağlı olduğunu anlamaları gerekir.
Tarihselci bir yaklaşım, anayasal sağduyunun zamanla nasıl değiştiğini,
pozisyonların nasıl duvarın dışından duvarın
üstüne ve tekrar duvarın gerisine doğru geçip
durduğunu teslim eder.[53]
Toplumsal ve siyasal güçler
mahkemelerin içinde faaliyet gösterdiği çevreyi şekillendirirken
mahkemeler de siyasal çevreyi etkiler ve bu da
onların çalışmalarını şekillendirir.
Öğrencilerin ayrıca, Amerikan
demokrasisi ne ölçüde gelişmişse,
bunun pek de genellikle Yüksek Mahkeme’nin
öncülüğünde gerçekleşmediğini anlamaları gerekir. Mahkeme’nin
en yararlı işlerinin ziyadesiyle çoğu,
Amerikan siyasetinde ve toplumunda başka yerlerde yapılanları
onaylamak ve meseleyi
bunlara havale etmek yoluyla olmuştur. Diğer zamanlarda
ise Mahkeme, önemli reformları engelleyen dediğimdedik
ve tutucu bir kurum olmuştur.
Hukuk sistemine ya da Yüksek
Mahkeme’ye layık olmadıkları bir
inanç yüklemeyi kendime görev addetmiyorum. Benim işim,
öğrencilere kaçınılmaz ilerlemeye dair çocuk masalları veya
içi boş klişeler sunmak
da değil. Bunun yerine, tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi, Mahkeme’nin
çalışmalarının zamana nasıl gömülü olduğunu ve bu kusurlu kurumun genellikle
hizmet ettiği ulustan ne çok daha iyi ne de çok daha kötü olduğunu anlamalarını
istiyorum.
XII. Anayasal çürüme zamanında anayasa hukuku öğretmek
Muhafazakâr anayasal
devrimden duyulan liberal hoşnutsuzluğu, farklı bir olgudan -Amerika Birleşik
Devletleri'ndeki demokratik gerileme- ya da benim “anayasal çürüme” olarak
adlandırdığım şeyden duyulan hoşnutsuzlukla bir arada ele alma eğilimi vardır.[54]
Anayasal çürüme, demokratik
bir cumhuriyetin zaman içinde giderek daha az demokratik ve daha az
cumhuriyetçi hale gelmesi sürecidir. Daha az demokratik olması, sistemin
giderek daha az temsile dayalı ve kamuoyuna ve halk iradesine daha az yanıt
verir hale gelmesi anlamına gelir. Daha az cumhuriyetçi olması ise, politik
aktörlerin “nispeten küçük bir grup nüfuzlu kişi ve grubu memnun etmek veya
onlara menfaat temin etmek ya da hükümeti kendi çıkarları için kullanmak
suretiyle kamu yararına giderek daha az adanmış
olmaları” anlamına gelmektedir.[55]
Anayasal çürümenin
habercileri, refah eşitsizliğinin artması, siyasi kutuplaşmanın büyümesi,
halkın kurumlara olan güvenini kaybetmesi, politik liderler arasında
güven ve işbirliğinin bozulması, politikacılar arasında derinleşen yolsuzluk ve
halka, liderlerinin kendilerini
umursamadığını gösteren siyasa felaketleridir.[56]
Anayasal çürüme, politik yapı
ve politik kültürün karşılıklı etkileşiminden doğar. Daha doğrusu, çürüme,
halkın giderek demokrasiden vazgeçtiği ve yurttaşlarını tehdit ve düşman olarak
gördüğü bozulan bir politik kültürde kötü işleyen politik yapılardan kaynaklanır.
Mevcut muhafazakâr anayasal
devrim ve sistemimizin anayasal çürümesi çeşitli şekillerde birbirleriyle iç
içe geçmiştir, ancak bu iki olgu birbirine özdeş değildir. Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki anayasal çürüme, kırk
yıldır refah eşitsizliği ve kutuplaşma durmaksızın arttıkça
yayılmaktadır. Bu çürüme yirmi birinci
yüzyılda büyük ölçüde hızlanmıştır. Mahkemeler anayasal siyasetin gecikmeli bir
göstergesidir; dolayısıyla
anayasal çürüme Yüksek Mahkeme’ye
ulaştığında, politik sistem zaten büyük ölçüde bozulmuş demektir.[57]
Bugün olduğu gibi çürümeden
söz edildiğinde, Yüksek Mahkeme’nin
demokrasiyi tamir etmek için çok bir
şey yapabilmesi pek de mümkün değildir. Aslında,
Mahkeme’nin çözümün bir parçası
olmasından ziyade sorunun bir parçası olması daha muhtemeldir. Carolene
Products teorisi, demokrasiyi
korumanın bir yolu olarak yargısal denetimi gerekçelendirerek
haklı
çıkarmaktadır. Ne yazık ki, anayasal çürüme ilerlediğinde, Yüksek Mahkeme
demokratik bozulmayı iyileştirmek yerine daha da kötüleştirme eğilimi
göstererek bir tür ters Carolene Products etkisi
yaratmaktadır.[58]
Anayasa hukukunu tarihsel
olarak öğretmenin faydalarından biri de mevcut sorunlarımızı tarihsel bir
perspektife yerleştirmeye yardımcı olmasıdır. Öğrencilerin Amerikan anayasal
gelişmelerini çalışırken almaları gereken bir ders, ABD anayasal sisteminin hiçbir
zaman tam anlamıyla kapsayıcı veya demokratik olmadığıdır. Warren Mahkemesi ve
Sivil Haklar Devrimi ile ortaya çıkan daha demokratik sistem, Amerikan politik
yaşamının görece yeni bir özelliğidir. Ayrıca, Amerika daha önce de,
hem İç Savaş’a doğru giden yıllarda hem de
Yaldızlı Çağ döneminde anayasal çürüme
dönemlerinden geçmiştir. Aslında, şu anda İkinci Yaldızlı Çağı yaşıyoruz ve on
dokuzuncu yüzyılın son bölümünde Amerika Birleşik Devletleri’ne
dert olan derin kutuplaşma, siyasi
kilitlenme, refah eşitsizliği, kurumsal yozlaşma ve demagoji gibi sorunlardan
pek çoğuyla karşı karşıyayız.[59]
Bu tarihi örnekler, çürümenin
kalıcı bir durum olmadığını ve anayasal yenilenmenin daha önce de
gerçekleştiğini gösterdikleri için biraz umut veriyor. Ancak anayasal
yenilenmenin tekrar gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini veya nasıl gerçekleşeceğini
bilmiyoruz. Birinci Yaldızlı Çağ yerini İlerici Dönem ve Yeni Düzen’e bıraktı,
ancak İç Savaş öncesi dönemin çürümesi İç Savaş’a
yol açtı.
Kurucular, cumhuriyetlerin
her zaman bozulmaya açık
kırılgan şeyler olduğunu anlamışlardır. Kendilerinden önceki tüm cumhuriyetler
ya dağılmış ya da yozlaşarak demagoglar, diktatörler ve krallar tarafından ele
geçirilmişlerdi. Kurucular, cumhuriyetlerin kaçınılmaz olarak bozulmalarını
mümkün olduğunca geciktirecek bir sistem tasarlayabileceklerini umuyorlardı.
Başlangıçtaki çabaları, daha sonra yapılan eklemeler ve değişikliklerin yanı
sıra Amerikan politik kültürünün özellikleri ve ekonomik başarısı sayesinde,
Amerikan politik sistemi iki yüz yılı aşkın bir
süredir demokratik bir cumhuriyet olarak ayakta kalmakla kalmamış, aynı zamanda
Kurtuluş’takinden önemli ölçüde daha
demokratik, temsili, eşitlikçi ve kapsayıcı hale gelmiştir. Bu, pek çok insanın
Amerika Birleşik Devletleri'nin zaman içinde daha da demokratikleşeceğini
beklemesine ya da en azından umut etmesine yol açmıştır. Bu, Amerikan ilerleyişinin
bilindik anlatısıdır. Ancak
bu bir hüsnükuruntudan ibarettir ve yakın zamanda yaşanan olaylar bize Amerikan
demokrasisinin daha önce de gerileme dönemlerinden geçtiğini hatırlatmaktadır.
Kurucuların ve okudukları klasik yazarların da anladığı gibi, cumhuriyetlerde bozulmaya
yönelik çalışan güçler her zaman mevcuttur. Anayasa 1860’lardan
önce bir kez çökmüştü. Bir kez daha çökebilir.
Birinci sınıf derslerinin
çoğu, demokratik gerilemeyle doğrudan bağlantılı olmayan veya bununla ilintili
olmayan öğretiler ve
konularla ilgilidir. Yine de Amerikan demokrasisinin
gitgide zayıfladığı ve hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir
dönemde, Amerikan Anayasası dersinin bir noktasında bu olguyu
tartışmamak imkânsız
gibi görünüyor. Dersin içinde demokratik gerilemeyi tartışmak için oy verme
hakları ve başkanlık yetkileri ile dokunulmazlıkları da dahil olmak üzere pek
çok yer bulunmaktadır. Dahası, demokratik gerileme sorunu, öğrencileri anayasal
tasarım sorunsallarıyla tanıştırmak ve
anayasal sistemimizin antidemokratik özelliklerinin ülkeyi anayasal çürümeye
karşı nasıl daha kırılgan hale getirdiğini tartışmak için iyi bir yoldur. Bu,
derste karşılaştırmalı örneklerin özellikle yararlı olabileceği bir başka yerdir.
Anayasa hukukuna giriş dersi
birincil olarak demokratik gerileme hakkında olmamalıdır; neticede öğrencilerin
temel öğretileri öğrenmeleri
gerekmektedir. Ancak Amerikan anayasacılığının
geleneklerini ve değerlerini anlamak için öğrencilerin hem bu gelenek ve
değerlerin nasıl ortaya çıktığını hem de nasıl kırılgan hale gelebildiklerini
anlamaları da önemlidir. Anayasa hukuku üzerine bir ders Amerikan siyasetinin
dertlerine deva olamaz. Ancak öğrencilere demokrasilerine neler olduğunu
anlamaları ve miras alacakları politik dünya hakkında düşünmeleri için gerekli
araçları sağlayabilir. Başkan Harry Truman bir keresinde “dünyada yeni olan
yegane şey bilmediğiniz tarihtir” demişti.[60]
Anayasa hukukuna tarihsel bir yaklaşım zor zamanlarda değerli bir kaynak
olabilir.
1.) Yale Üniversitesi Hukuk
Fakültesi, Knight Professor of
Constitutional Law and the First Amendment.
2.) SANFORD LEVINSON,
JACK M. BALKIN, AKHIL REED AMAR, REVA B. SIEGEL AND CRISTINA RODRIGUEZ,
PROCESSES OF CONSTITUTIONAL DECISIONMAKING (8th ed., 2022).
3.) LEVINSON ve
diğerleri, yukarıdaki 2. dipnot, sayfa xxxv-xxxvi. Bu kısmı ben yazdığım için,
kendimi alıntılamaktan mutluluk duyuyorum!
4.) 17 U.S. (4 Wheat.)
316 (1819).
5.) 5 U.S. (1 Cranch)
137 (1803).
6.) 5 U.S. (1 Cranch)
299 (1803).
7.) 22 U.S. (9 Wheat.) 1
(1824).
8.) Aynı yerde sayfa
194.
9.) Bu NEIL S. SIEGEL,
THE COLLECTIVE ACTION CONSTITUTION (2024) çalışmasının konusudur.
10.) 41 U.S. (16 Pet.) 536
(1842).
11.) 60 U.S. (19 How.)
393 (1857).
12.) 60 U.S. sayfa 426.
13.) Frederick Douglass,
Address at Glasgow: The Constitution of the United States: Is It Pro-Slavery or
Anti-Slavery? (Mar. 26, 1860), içinde; 2 PHILIP S. FONER, THE LIFE AND WRITINGS
OF FREDERICK DOUGLASS 467–80 (1950).
14.) 343 U.S. 579
(1952).
15.) 67 U.S. (2 Black)
635 (1863).
16.) 17 F. Cas. 144 (1861).
17.) Hepburn v.
Griswold, 8 Wall. 603 (1870); Knox v. Lee, 12 Wall. 457 (1871); Juilliard v.
Greenman, 110 U.S. 421 (1884).
18.) MARK A. GRABER,
PUNISH TREASON, REWARD LOYALTY: THE FORGOTTEN GOALS OF CONSTITUTIONAL REFORM
AFTER THE CIVIL WAR (2023).
19.) 83 U.S. (16 Wall.)
36 (1873).
20.) 83 U.S. (16 Wall.)
130 (1873).
21.) 88 U.S. (21 Wall.)
162 (1875).
22.) 100 U.S. 303
(1880).
23.) 109 U.S. 3 (1883).
24.) 163 U.S. 537
(1896).
25.) JACK M. BALKIN,
CONSTITUTIONAL REDEMPTION: POLITICAL FAITH IN AN UNJUST WORLD 139, 141-43
(2011).
26.) Reva B. Siegel, Why
Equal Protection No Longer Protects: The Evolving Forms of Status-Enforcing
State Action, 49 Stan. L. Rev. 1111 (1997).
27.) Plessy, 163 U.S.
sayfa 551.
28.) Aynı yerde.
29.) 189 U.S. 475 (1903).
30.) 198 U.S. 45 (1905).
31.) 236 U.S. 1 (1915).
32.) 291 U.S. 502
(1934).
33.) 300 U.S. 379
(1937).
34.) 348 U.S. 483
(1955).
35.) 372 U.S. 726
(1963).
36.) 304 U.S. 144
(1938).
37.) Jack M. Balkin and
Sanford Levinson, Understanding the Constitutional Revolution, 89 Va. L. Rev.
1045 (2001); BRUCE A. ACKERMAN,WE THE PEOPLE (3 vols. 1998-2014).
38.) 570 U.S. 529
(2013).
39.) 347 U.S. 483
(1954).
40.) Bkz. EMILY ZACKIN,
LOOKING FOR RIGHTS IN ALL THE WRONG PLACES:WHY STATE CONSTITUTIONS CONTAIN
AMERICA'S POSITIVE RIGHTS (2013).
41.) 312 U.S. 100
(1941).
42.) 521 U.S. 898
(1997).
43.) 347 U.S. 497
(1954).
44.) 388 U.S. 1 (1967).
45.) Jack M. Balkin, Why
Liberals and Conservatives Flipped on Judicial Restraint: Judicial Review in
the Cycles of Constitutional Time, 98 Tex L. Rev. 215 (2019).
46.) JACK M. BALKIN:
MEMORY AND AUTHORITY: THE USES OF HISTORY IN CONSTITUTIONAL INTERPRETATION
(2024).
47.) JACK M. BALKIN, THE
CYCLES OF CONSTITUTIONAL TIME 44 (2000)
48.) Aynı yerde sayfa 120-21.
49.) Bkz. AMANDA
HOLLIS-BRUSKY, IDEAS WITH CONSEQUENCES: THE FEDERALIST SOCIETY AND THE
CONSERVATIVE COUNTERREVOLUTION (2015); STEVEN M. TELES, THE RISE OF THE
CONSERVATIVE LEGAL MOVEMENT: THE BATTLE FOR CONTROL OF THE LAW (2010).
50.) Bkz. Jesse Wegman,
The Crisis in Teaching Constitutional Law, New York Times, Feb. 26, 2024, https://www.nytimes.com/2024/02/26/opinion/constitutional-law-crisis-supreme-court.html.
51.) SANFORD LEVINSON,
CONSTITUTIONAL FAITH (2d. ed. 2011).
52.) Yosal Rogat, The
Judge as Spectator, 31 U. Chi. L. Rev. 213, 249-50 (1964).
53.) BALKIN,
CONSTITUTIONAL REDEMPTION, yukarıda 25. dipnot,
sayfa 179-182.
54.) BALKIN, THE CYCLES
OF CONSTITUTIONAL TIME, yukarıda 47. dipnot, sayfa 44.
55.) Aynı yerde.
56.) Aynı yerde sayfa 49.
57.) Aynı yerde sayfa 149-51.
58.) Aynı yerde sayfa 142-46.
59.) Aynı yerde sayfa 62-64.
60.) MERLE MILLER, PLAIN
SPEAKING: AN ORAL BIOGRAPHY OF HARRY S. TRUMAN 70 (New York: G.P. Putnam's
Sons, 1974).
* : 24 Temmuz 2024 tarihinde SSRN'de yayınlanmıştır. Son güncelleme 22 Temmuz 2024'te yapılmıştır. (https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=4911769)
Yorumlar
Yorum Gönder